Post Reader

What do you think about a coder who does not have Github account?

Github is a FOSS environment. So if a coder have not participated in open source projects, there is no reason for him/her to have a github account. Also, in relation:

  • If a coder does not know git, that is a serious problem.
  • If a coder is using github for private projects, that is a more serious problem. Only exception might be s/he was forced by the organisation s/he was working for…

Also in relation as well:

  • Some people are pushing that a programmer should participate in FOSS in order to develop his/her career. No they should not, FOSS is not a playground for people to develop their skills.

Addendum: I have realised that some people are missing a point in my above reply. I do not mean a “project” as a program which consists of 4–5000 lines and three source files. A program that a recruiter can evaluate for hiring a programmer can be a 4–5000 lines code. An actual project for me is something like a minimum of 20–40 files and minimum of 50.000–60.000 lines. If a recruiter is claiming to read and evaluate such a code for hiring a candidate, stay away from there in any case.

Politika

Uzun uzun yazmak istiyorum ama sıcak, iş güç v.s. kimse uzun şeyler okumuyor bugünlerde.

Eco’nun beni en etkileyen ve prensip edindiğim lafıdır “In the United States, politics is a profession, whereas in Europe it is a right and a duty.” Bizde de, Özal zamanında konulmuş hedef doğrultusunda “Küçük Amerika” olmaya çalışıldığı için, benzer şekilde politikayı politikacılara ve yapacak başka işi kalmamış kahve köşesi ahalisine bırakma eğilimi kuvvetli. Dün Maltepe’de gerçekleşen mitingi politik olarak analiz etmek yerine metre kare başına insan sayısından yola çıkan kelle hesabı yapılıyor çok yerde, tam da bu sebeple.

Her yerde söylenen bir şey var, en temel problemimizin “eğitim” olduğu hakkında. Gördüğüm kadarıyla ne politikacılar “politik olmak için” gerekli eğitime sahip, ne de politikacı olmasa bile “politik aktivitede bulunması gereken” halk bunu yapacak eğitime sahip. Bir, çok belirgin sonucu yazayım, geri kalanı bunun ucuna bağlı devam ediyor zaten. “Kendinden olmayanı” siyasi rakebet değil de kan davalısı, düşmanı görme saplantısı gittikçe de derinleşerek toplumun ruhuna yerleşmiş durumda. Bu noktadan çıkmak yerine saplanmak çoğu politikacının işine geliyor, çünkü hayatlarını kolaylaştırıyor. Bu durum nasıl düzelir diye düşünmek, yolu bulmak ve uygulamak lazım. Gereken motivasyon, yetkinlik ve güç ise ayrı ayrı odaklarda, bu odakların bir araya gelmek için bir gerekçeleri olmadığı sürece de durum düzelmez.

Tabii cehaletin ululanması sadece Türkiye’ye özgü bir durum değil, tıpkı Türkiye’de çoğu kişinin iddasına rağmen sadece belli bir politik görüşe özgü olmadığı gibi. Amerika, Doğu Avrupa, hatta İngiltere’deki mevcut utanç verici durum, bunların örnekleri. Teselli mi? Değil tabii ama problemin derinliğini görüp anlamak için iyi bir başlangıç noktası olabilir.

What are the signs of a fake programmer? How would someone with experience in the tech industry identify someone who shouldn’t be, or who wasn’t meant to be a software engineer?

A difficult question indeed. There is no such thing as a completely fake programmer. Anybody who took a programming course in high school can write a “Hello World !”, or a bubble sort and s/he is a programmer. However being a professional programmer requires more. There are some indicators of a programmer who is at “Hello world!” level but claiming to be a professional programmer:

  • They are laud about their success
  • They talk about algorithms, not implementation.
  • They love buzzwords. These days especially full stack development and non-relational databases are in fashion.
  • They can reply quickly if you ask about their best program and its performance.

Bir miktar doluluğu şüpheli laf

Facebook profilime bakarsanız “I am the one with lots of words and almost no filter at all” yazıyor. Filtrenin hala orada olmadığı doğru ama zaman zaman bu gevezelikle söyleyecek söz bulamadığım oluyor.

Her sıkıldığımda yaptığım gibi fotoğraf arşivime bakıyordum. Bazılarınızın haklı olarak şikayet ettiği gibi, kedi fotoğraflarıyla dolu. Her zaman olduğu gibi Çıt çıt’ın fotoğraflarını hızlı geçmeye çalışıp, her zamanki gibi başaramadım. Her zaman olduğu gibi babamı görmemeye çalışıp atlayamadım, annemi hiç söylemesem daha iyi.

İnsanlara akıl verirken kolay, “üzüntüleri endişeleri geride bırak” demek. Biri oğlumdu, diğerleri bana “oğlum” dediler yıllarca. Üzüntüler unutulmuyor. Tekila’ya baktıkça, onca yemeğe rağmen şişmanlamadığını, hep sıcak gezdiğini gördükçe de endişeler gelip duruyor. Söylemek kolay yapmak zor…

Daha ötesi, benden içeri, daha derin dertleri hiç saymıyorum. Saysam ne olacak kafama çözüm mü düşecek? Günlük bulduğum mutlulukları da o dertlerle mi karartayım diyorum. Şimdilik bu yaklaşım işe yarasa da bir gün yaramazsa diye bir de meta-derdim var ama o da sırasını beklesin bakalım.

Eh ilk yazdığım doğruymuş; Konu çok ama söyleyecek söz çok yok.

ps: I …. … !

Hatıralar, kıyafetler ve roller, etiketler

Ne kadar yaygın olduğu tartışılır, ama yaşadığımız anın ve anların ve hayatın tamamının aslında ve sonuçta sadece hatıralardan oluştuğuna inanan, inandığını bilmese de öyle yaşayan çok insan var. Bu noktadan hareketle de “hatıralarımız güzel olsun” diye bir yaklaşım… Hatıralar biriktiriyoruz, bir otelin lobisinde, Kapadokya’da bu seferlik düşmeyen balonda, Arkeoloji Müzesi’ndeki şanssız mumyanın önünden kaçar gibi geçerken. Daha kötüsü kaçamadığımız hatıralar kalıyor hayatımızda; Çöpleri karıştıran çocuktan, askerden dönmeyen hep genç kalmış arkadaştan ya da detone olduğunu kendi farketmedikçe sıkıntı yaşamayan şarkıcıdan.

Bu hatıraları süslüyoruz kıyafetlerle, çıplak bedenleri kaplayan kumaşlar kılıf olyor, saygı topluyor, dedikodu çekiyor, keder doğuruyor, para getiriyor, hayat götürüyor. X ışınlı gözlük hayallerine sahip insanlar iki milimetrelik elyaf tabakasının altında kimin olduğuna aldırmıyorlar. Uzaktan ve yarı gizli dedikodular için en kolay malzeme bir insanın görüntüsü sonuçta. Görüşler ve kültür ve birikim ve karakter hakkında konuşmak için gerçekten düşünmek lazım. Kimin zamanı var düşünmeye, dedikodu için nefes harcamak varken?

Rollerimiz var, bize yakıştırılan. Ve etiketlerimiz o rollerin bize yapıştırdığı. Ne kadarından haberimiz var hala anlamadığım, ne kadarı bizim hiç bilemediğim. Bilmediğimiz etiketleri yırtınca beklemediğimiz tepkiler alıyoruz, “hiç yakıştı mı” diye. Anlamadığımız etiketleri buruşturuyoruz, siyah ayakkabı içine beyaz çorap giyerek. Sahiplenmediklerimizin durumu da acıklı ama en kötüsü sahiplendiğimiz etiketler. Biliyorum, o “çalışkan çocuk” gidip ayaklarını uzatıp uyumak istiyor günlerce, o “sevimli kız” önüne gelene basacak yıllardır biriktirdiği küfürleri, o “orospu”’nun tek hayali sevgilisine kavuşmak, o “akıllı adam” saçmalamak istiyor artık… Olmuyor, “sonra ne derler” diye.

Ben ne yapıyorum diye kendime bakıyorum. Eleştirsem de düzenin içinde, düzen ve düzülenle uyum içinde, devam ediyorum yaşamaya. Eskiden siyah kıyafetlerime laf edilirdi, artık ağırbaşlı gösteriyormuşum. Eskiden belime kadar saçlarım anneme başka dert olurdu, sevgilime başka, eh o saçlar da benden önce toprağa kavuştular. Eskiden beni anlasınlar isterdim, artık ben onları anlamaya çalışıyorum. Değişen şeyler var demek bende, “değişmeyen tek şey değişim…”. İyi iyi, acil durumlarda hızla uygun bir beylik laf da çıkıyor. Bir de, değişim var da gelişme ne kadar diye soracak kadar kafamın çalışması lazım, sadece sabahın beşinde değil de hayatın her anında… İşte o biraz şüpheli.

Buraya kadar okuduysanız sabırlıymışsınız. Ne güzel, ben yazarken zor sabrettim, açık açık anlatmak istediklerimi nasıl örtsem de nasıl insanlar kırılmasa diye kıvırdım. Siz okurken kıvırmayın en azından…

. TR MOL