Post Reader

Pazar sendromu

Ortaokul en nefret ettiğim okul oldu, anlatabileceğim korku hikayelerinin sonu gelmez sanırım. Gerçi başarılıydım, son planda bakıldığında. Ama o kadar nefret edip, ilgilenmediğim bir okulda başarılı olmam da, ortamın kalitesi hakkında bir fikir veriyor olmalı. O kadar değmez bir yerdi ki, neden hoşlanmadığımın detayına girmek bile okula hak ettiğinin ötesinde değer vermek olur. Bir örnek verip asıl derdime geçeceğim. Sınıfta hem çok uyuşamadığım insanlar hem de çok iyi anlaştığım insanlar vardı. Sınıf arkadaşlarımın yarısından nefret edip diğer yarısını çok sevdiğim bir ortam ne öncesinde ne sonrasında hiç olmadı. Sınıfların neden bu kadar uyumsuz insanlardan oluştuğunu sorguladığımızda, farklı kişilerin bir arada yaşamayı öğrenmesi gerektiğini dinliyorduk. Okulun açıldığı günlerde üzerimize çöken 12 Eylül rejimi “Karıştır barıştır” yapmaya ortaokullardan başlamıştı sanırım.

Neyse, okuldan o kadar nefret ederken kaçışım olmadığını bilecek kadar kafam çalışıyordu. Ama bu hafta sonlarını ders çalışmadan, ödev yapmadan geçirmeme engel olacak seviyede değildi. Dolayısıyla ortaokul boyunca Pazar geceleri saat 20:00’den sonra iki gündür salladığım ödevleri çantamı toplarken yetiştirmeye çalıştım. O zamandan beri de her Pazar gecesi kendimi mutsuz ve depresyonda hissetmeye devam ettim.

Hele bu dönemde, çocuk sahibi olmak cesaret gerektiriyor. Ne kadar iyi yetiştirmek için çırpınsanız da, otuz küsur yıldan sonra hala nefretle anacakları bir ortama girmeleri mümkün, herhangi bir sebeple. Kolay gelsin.

Sorumluluk

Adı lazım olmasa da benim için önemli bir arkadaşım sık sık beni eleştirir. Özet olarak “kendini karşındakinin yerine koymayı bırak, o bunu zaten yapacak” şeklinde özetlenebilir bu eleştirisi. Bunu iş görüşmesinde “en ciddi kusurunuz nedir?” diye sorulunca “şirketten çıkmayı sevmem, hep çalışırım” diyen geri zekalılarla rekabet etmek adına yazmıyorum.

Bizim meslekte “genellemeler genel olarak yanlıştır” yaklaşımı genel olarak doğrudur! Bu kapsamda düşünerek; Bilgisayarlarla çalışmak, bilgisayarlarla bir şeyler gerçekleştirmeye çalışmak ancak belli bir düşünce yapısındaki insanların çok sorun yaşamadan sağlıklı olarak yapabildikleri bir şey. Daha ötesi benim uzmanlık alanım uzun süre network yönetimi oldu. Bir keresinde haftada bir iki kereyi aşmamasını herkesin umduğu şekilde birbirimizi öldürmemeye çalıştığımız bir arkadaşıma, boynunu sıkarken söylediğim gibi “benim bilgisayarlarımın keyboard, mouse ve monitörü olmadı” çok uzun süre boyunca. Bu şekilde bir çalışma ortamında, insanın doğal yapısı da, bilinçli olarak kendini geliştirdiği yön de empatiyi insanlar yerine makinalarla kurmaya doğru evriliyor. Bu ne şaşırtıcı, ne de çoğu insanın sandığı kadar rahatsız edici.

Sıkıntı şurada doğuyor: Bir noktada insan ilişkileri, insan yönetimi işin teknik yönetiminden daha önemli hal alıyor. O noktaya gelindiğinde gereken değişikliğin boyutu büyük. Bunun için ihtiyaç duyulan kaynaklar ve destek her zaman bulunmayabiliyor. Ben şanslıydım, belki gereğinden fazla hatta. Oldukça fazla empati gelişimi, çatışma yönetimi v.s. eğitimi aldım, bana o eğitimleri aldırıp kendilerini bu ihtiyacın üzerinde gören yöneticilerimin arkalarını da çok topladım. Belki bu sebeple, başkalarının sorumluluğunu taşımaya yönelik bir alışkanlık da geliştirdim.

Şu aralar anlıyorum ki, insanın arkadaşları için endişelenmesi, onların dertlerini dert etmesi doğal. Ama bu “sorumluluğu” genişletirken abartmamak gerekiyor. Arkadaş zannettiğimiz herkes arkadaş olmayabiliyor. Biri aylar önce demişti ki “aradan iki üç yıl geçmeden arkadaş olunmuyor”. Bu bence o kadar kolay değil, kriterler bu kadar basit değil arkadaşlıkta. Ama ölçülebilir bir kriter de yok değil. Bunu gayet net şekilde ifade etmek mümkün. Arkadaş olmayan bir tanıdık insanın hayatını acıtıyor. Bu acıyı paylaşan ve azaltan kişi ise gerçekten arkadaş olan insan.

Yeni yıl dilekleri, kararları

Anlamsız bir iş yapıyoruz aslında, ne güneş’in geçtiği pozisyon astronomik açıdan anlamlı, ne süre doğru, ne de referans… Ama gündüz ve gecenin, mevsimlerin farkına vardığımız zamandan beri insanların takvimleri olmuş, doğru, yanlış, anlamlı, anlamsız. Geriye dönüp, “ne yaptık bir bakalım” demek için de bir yıl fena bir süre değil, ileriye doğru hayaller kurmak için de.

2017 kötü bir yıldı, gerek toplumsal açıdan gerek bireysel açıdan harika gelişmeler gördüğümü iddia edemeyeceğim. Benim adıma, özellikle Kasım ve Aralık ayları olmasa, yaşanmasa daha iyi olacak bir dönemdi bile denebilir. Ama yapacak bir şey yok, hayat devam ediyor.

Yeni yıla sınırlı bir dileğim ne kendi adıma, ne de arkadaşlarım adına yok. Dileklerim bütün hayattan, kendini engellememek lazım, hele hayal kurarken… Birkaç kişiyi aradım ya da mesaj yazdım, sonra baktım sonu gelmeyecek, arkadaşlarımın çokluğundan değil, yazılacakların çokluğundan. Sanki epeydir kimseyle görüşmemişim gibi. Nasıl oldu bu onu da bilmiyorum. Neyse işte, bazı isimsiz dilekler:

  • Umarım iyileşir, sporcu bünyesi var, nasılsa altından kalkar, dert etme.
  • Umarım o tekneyi bu sene alırsın.
  • Umarım bu sene en az iki kedi alırsın, bütün mobilyalarınız çizik içinde kalır.
  • Geçen sene senden okuduklarıma hayranlığımı ifade etmeye utandım, umarım seneye beni daha da zorlayacak şeylerle çıkarsın ortaya.
  • Umarım iyileşirsin, sana ihtiyacımız var, görmesek konuşmasak da.
  • Umarım birgün yaşlanmadan da büyünebildiğini anlarsın.
  • Umarım mutlu olmak için ne istediğini bulur ve kavuşursun.
  • Umarım başındaki dertlerden kurtulunabilir olanı kolayca atarsın da gider artık.
  • Aştığın problemlerin yükünü başkası bilmez, sen unutma bari.
  • Umarım iyileşir de, her gün kavga da etseniz yanında olur.
  • Umarım o da iyileşir ve uzun ömürlü olur, sen mutlu olursun, aradığını bulursun. Mutsuzken de olsa yanındayım ama mutlu olmanı tercih ederim.
  • Girdiğin yeni yol doğru görünüyor, değişiklik iyidir zaten, bu da özellikle doğru yöne giden bir hareket bence. Hep mutlu ol.

Üfff kendinizi bulamadıysanız da dert etmeyin, her istediğimi yazamamış olabilirim, falcı bacıya da bağlamak istemedim… Yalnız yazdıkça 2017’nin çok kişiye kötü şeyler getirdiğini gördüm, bir miktar ekstradan içim kararmış olabilir. Yine de iyi seneler.

Komşuluk

Geçen sene bugünlerde, ya 29 Aralık 2016 ya da 30’u. Bu eve taşınalı daha iki hafta olmamıştı yani. Hayatımın en kötü dönemlerinden biriydi, bilinen ve bilinmeyenlerle. Gece yattığım yerden bu şarkıyı duydum:

https://youtube.com/watch?v=6WmsvLYJyNA

Ama ilk anda uyanamadığım ekstra bir güzelliği vardı. Sonra anladım, Sezen Aksu söylemiyordu, müzik canlıydı. Komşulardan birinden gitar ve vokal geliyordu, hepsi o kadar. Hayatta güzel bir şeyler olduğunu bu kadar doğru zamanda hatırlatan çok fazla tesadüf yaşamadım, bu aralarında en gereklisiydi sanırım.

Beni biraz da olsa tanıyanlarınızın tahmin edeceği üzere, adını bile bilmeden selamlaştığım iki üç kişi dışında komşularla pek bir ilişkim yok. Müziğin nereden geldiğini de bilmiyorum, tekrarlamadı. Belki de taşınıp gittiler. Fakat çok düşündüm bu konuyu. Bazı insanlar yoldaki bir böceği ezip geçtikleri gibi insanı ezerken, başka bazıları da yine farkında bile olmadan o ezilmişi yerden kaldırıp yola devam etmesini sağlıyorlar.

2017’nin özeti

Geçen her an, alıp da vermeyi becerdiğimiz her nefes, düşmeden atabildiğimiz her adım, birini kırmadan edebildiğimiz her bir kelâm hayatta başarılı olduğumuz bir anı aslında. Cahil olduğu bir konuyu bulup, bir kelime olsun yeni bir şey öğrenmekten mutlu olmak güzel bir şey, tanımadığı bir insanla tanışmak ya da tanıştığı bir insan hakkında yeni bir şey öğrenmek de farksız.

Oldukça kültürlü, bilgili insanlar tanıyorum, kendilerine “ispatlanmadıkça” kendi akıllarıyla bulmadıkları herşeyi “olmaz öyle şey” diye başlayan bir cümleyle karşılayan. Bu kadar gururun, kendini beğenmişliğin, ukalalığın ardında bir dayanak olsa ne olur, olmasa ne olur? Önemli olan bu sebeple kaybedilen fırsatları göremeyecek kadar körleşmiş birine acımanın ahlaken gerekli ama pratik açıdan faydasız olması. O kadar kültür, bilgi ne işe yarıyor onu bilemiyorum tabii.

Fedakârlık yapmayı zül, kendilerine fedakârlık yapılmasını hak bilen insanlar tanıyorum. Herşey karşılıklı değil tabii, istedikleri kadar duyarsız olabilirler. Tek sıkıntım bu tür insanlarla şu; Bu konuda farkındalıkları yoksa, muhtemelen pek çok başka konuda da boş oluyorlar, yoksa onay, teşekkür bekleyerek yapılan şey zaten fedakarlık olmayacak.

Öte yandan güzel insanlar da var, yolda karşılaşınca görüşülmeyen yılların derdine düşmeden dünü bugüne bağlayan, bencillik yaparken “bencillik yapacağım, ona göre” diye başlayan. Öte yandan güzel insanlar da var, geçenlerde bir arkadaşımla konuştuğumuz üzere, popomuzu temizlemekten aciz zamanlardan tanıştığımız, birbirimize numara yapacak halimiz kalmamış.

Kısacası hayat her zamanki gibi gidiyor, saatin ve takvimin gösterdiği rakamlar değişiyor, hepsi o.

. TR MOL