Post Reader

Havanın sıkıntısıyla…

Sonbahar geldikçe, sanırım kapıdan çıkınca bile hafif loş bir ortamda kalmanın etkisiyle olacak, kapalı ortamlarda kendi başına kalmışken olduğu gibi, sokakta da sıkıntıya odaklı olarak düşünmeye devam ediyorum. Buna rağmen sonbaharı yazdan daha çok sevmemi açıklamaya bile çalışmayacağım. Psikolog karşısında olsam “cevapları sen bulacaksın, ben sadece dinliyorum” derdi. Açıkçası yıllar önce Sampo’ya yazdığım bir şeyi hatırlatıyor bu bana. Heavy Metal dinleyicilerinin ilerleyen yaşlarda Pop müzik dinleyicilerinden daha mutlu/başarılı olduklarına dair bir araştırma paylaşmıştı. Bence, hayatın boktan olduğunu baştan kabul edip, güzel kuşlar, pembe bulutlar hayal etmeden büyüyünce, insan ileride daha az hayal kırıklığına uğruyor. Tabii biz Türkiye’de yalandan hayaller kurmayı çok seviyoruz. Bir başka araştırmada Türkiye’deki Arabesk çevreleriyle Amerika’daki Heavy Metal çevreleri arasındaki benzerlikler vardı. Bir sürü insanının itiraz ettiğini hatırlıyorum.

Neyse sonbahar demişken, sokakta kalmaktansa evinizde ısınmak isteyecek bir sürü kedi var. Şansınızı bir deneyin bence.

How can a recording company claim that vinyl sounds better because it’s “analog” when most (if not all) of today’s recording equipment is digital? Isn’t there any loss of information somewhere in the conversion process?

In my experience, almost all “claims” related to commercial audio systems has a falsehood, that is directly proportional to the equipment’s price. As in the digital front, there are “provable in theory, UNDER CERTAIN CIRCUMSTANCES, with no additional benefit” features in analog systems as well.

At the end; There were some analog, and some digital instruments at a certain point in the past, performed a musical piece. Some portion of audio waves (as in the vibrations of air molecules) were converted to electronic form using microphones, some other portion of audio data (as in electrical signals) were converted using electronic components. At those two conversion points you lose originality of audio. Full STOP.

All conversions, be it, analog, digital or mechanic (think about bee wax phonograph cylinders) are just that , a conversion of one type of environmental variable to another type of environmental data, and ultimately a record of changes in those data in recording cycle, and a flow of data in other way around in playing cycle, from record to environmental variances. And all conversions are losing some data, there is no way around this. If you think about that, Marcus Miller plays a bass guitar with strings. A speaker on the other hand has a cone made out of paper or cloth or wood, it does not have anything like a string…

What I am trying to tell is, if you are not listening a completely acoustic performance in the concert hall (preferably in a chamber) in front of performers, you are receiving something that is not complete, regardless of the way it is carried to you. And yes, all audio equipment manufacturers are bending the truth about fidelity. Mayne more to the point it is necessary to differentiate between marketing hypes and actual features of products and ecosystem.

Why is Linux so buggy?

I guess you had lots of quasi or not fanboi replies about your lack of talent, intelligence and aptitude etc. already. So I will leave that part to those people. What you are mentioning in your question details was, now hidden very successfully by Quora bot, Desktop stability problems and comparison with Windows. Windows is a desktop GUI carried by a kernel built on VMS architecture (which was more suitable to desktop than Unix even decades ago) and some not so advertised unix-like structures. Linux is, unfortunately and despite all the efforts by people who really know what they are doing, not suitable as a desktop platform for regular people (who we like to call as “User”, you can check several references for “User” designation in a.s.r archives, Jargon file, and naturally Tron sub-culture. I especially recommend some reading about L.A.R.T.) . There are exceptions to this case; Especially, Chrome OS, Debian and Mint. If you are a regular user, I recommend these options, all the rest are for computer pros with slightly masochistic tendencies.

Mülkiyete dayalı mutluluk

İnsanlar sahip oldukları şeyleri unutmak konusunda çok başarılılar. Bu noktada genelde güzelliğin geçiciliğinden, harcanmayan paranın kimseye faydası olmadığında, kıymetli dostluklardan falan söz edilir. Benim derdim bunlarla değil.

Daha temel bir konu var ortada, insanlar ellerindeki bazı şeylerin, daha doğrusu ellerindeki her şeyin her an gidebileceğinden haberdar değil gibi yaşamayı seviyorlar. Bunun daha da acıklı bir sonucu olarak mutluluklarını kalıcı mülkiyetleri altında sandıkları olguların üzerine inşa ediyorlar. İşin ilginç tarafı, Türkiye’de yirmi kişiye bir (on kişiye kadar çıkan iddialar da var bu arada…) mülteci düşerken gözü bu kadar kapalı yaşamak büyük başarı sanırım.

Hayatı yaşamak yerine endişeleri yaşamak gerekmiyor. Ama hayatı yaşarken gerçeklerin farkında olmamaya çabalamanın da çok anlamı yok. Elimde olan şeylerden bana ait olan ve onun da her an tükenmesi mümkün olan tek şey zaman. Bunun kıymetini bilmek, gerçekten hayatı yaşamak varken, sadece anlamsız ve dayanaksız güvencelere dayanmak olsa olsa hayal kırıklıklarının boyunu uzatır, son aşamada. Demem o ki, zamandan başka kaybedecek bir şey yokken zamanı çok kolayca ve çok gereksiz şeylere harcıyoruz, özellikle de aslında kıymetsiz başka şeyleri korumak uğruna.

Hayatın anlamsız kriterleri üzerine

İlginç (ya da değil) ama daha önce neden farketmediğimi bilmediğim (ok bilmiyormuş gibi yapıp kendimi iyi hissetmeye çalıştığım, yoksa ayakta uyumak…) bir şeye uyandım dün, ve aslında daha ilginç şekilde bugün.

Kimse (abartmıyorum, hiç kimse) hayatından memnun değil. OK bunu anlamak zor değil, ortam kötü, dünya da pek parlak sayılmaz v.s.. Garip olan halinden memnun olmayanlar, ellerinde olmayana özenip, “bunlar benim olsa”, “bu pozisyonda ben olsam”… diye hayaller kuruyorlar. Daha da garip olan bu özenme karşılıklı, ben karşımdakinin durumuna özenirken, karşımdaki benim durumuma özeniyor. Buradan bazı sonuçlar çıkarmak gerekiyor sanki:

  • Muhtemelen pek çok insan karşısındakini tam anlamıyor
  • Muhtemelen daha da çok insan kendisini anlamıyor
  • “Anlamak”la “anlayışlı olmak” arasındaki farkı bilmeyen bir sürü insan var.
  • ……

Bunlara nereden geldiğimi söyleyeyim. Bu ara biraz yoğun giden toplantılarımın arasında son bir iki gündür genç  arkadaşlar çıktı karşıma. Ben onların gençliklerine özendim “ben de bir zamanlar gençtim” diye. Onlar tecrübe ve çevreye özendiler “adres defterinde binden fazla kontak olur mu, vay v.s.” diye. Ben açıkçası anlatamadım, biliyor olmaktansa öğrenmenin daha zevkli olduğunu, o adres defterinin beş altı binden iki binin altına zor indiğini ve sürekli eleme gerektirdiğini… Onlar muhtemelen beklemekten sıkıldıklarını anlatamadılar ama ben o yollardan geçmiş biri olarak biliyor olmalıyım. Ama ancak konu üzerinde düşününce netleşebildim yeterince.

Neyse işte kimse elindekinden mutlu olmuyor.

. TR MOL