Otomatik tercüme sistemleri hakkında

Twitter’in tercümesi Google’dan iyi. Bu sabah Twitter’in çok kaliteli bir şekilde otomatik tercüme yaptığını farkettim. Örnek olarak dün attığım bir tweet:

Üffff, son iki üç saatir aradığım hatanın yancı sebeplerinden biri, view tarafından “error_message” gönderip template’de “error_massage” beklemem çıktı. Üfffffff, error_massage ne ya!!!!

Twitter tarafından aşağıdaki şekilde tercüme edilirken:

ÜFFFF, one of the reasons for the error I’ve been looking for for the last two or three hours, is that view sent “Error_message” and waited for “error_massage” in the template. UFFFFFFF, error_massage what!!!!

Google tercümesi ise böyle:

Üffff, the last two or three hours, one of the reasons I’m looking for the error of error, view “error_message” by sending the template “error_massage” was waiting for output. Üfffffff, error_massage what or !!!!

En basit seviyede bakarsak, Twitter’ın tercümesi anlaşılıyor, Google ise umutsuz.

Twitter Microsoft’un tercüme hizmetini kullanıyor, Google ise malum kendi yazılımıyla çalışıyor. Bugüne kadar bazı Türkçe yazışmaları okumak zorunda kalan İngilizce bilen İtalyan iş ortaklarım tercüme için Google kullanıyorlardı, onlara MS servislerini denemelerini önereceğim, bakalım beğenecekler mi?

Microsoft’un Google’a eşdeğer servisleri https://www.bing.com/translator adresinde ve https://translator.microsoft.com adresinde de bir hesap açarak kullanılabilecek canlı chat tarzı bir tercüme hizmeti var. Gördüğüm kadarıyla şahsi kullanım ücretsiz. Beni biliyorsunuz, MS ürünü tavsiye ettiğim durumlar istisnadır. Ama bu konuda çok başarılı olmuşlar sanırım.

İlle Google diyenler tabii https://translate.google.com adresine giderek şanslarını deneyebilirler.

Gelecekten (2021) bir mesaj: Bugün yazıları elden geçirirken bunu görünce aklıma takıldı, kontrol ettim. Öncelikle Twitter artık Google tercümesi kullanıyor. Öte yandan yukarıdaki metinleri yeniden denediğimde Google’ın tercümesinin eskiden çok çok daha iyi ve Bing’den de daha anlaşılır hale geldiğini gördüm.

İyi ve güzel şeyler

Hayatta güzel ve iyi şeyler de oluyor. Eminim aile kuran, çocuk yetiştiren, iş kuran, okumaya devam eden, düne, bugüne değil de yarına bakan insanlar bunu sadece alışkanlıkla yapmıyorlar. Eminim sandığın dibinden çıkan bir umut kuşu var bir yerlerde.

Bizim çocukluğumuzda ortam o kadar kötüydü ki, bugünün ortamında geçmişin hayal meyal hatırlanan kabusları gibi geliyor. Ne kimin kimi öldüreceği belli, ne seçilen politikacıların hükümet edip edemeyecekleri. Evdeki margarin tenekesi boşaldığında yenisinin bakkalda olup olmayacağı belli değil. Margarin olsa, yemek yapacak LPG bayide belki var belki yok.

Benim yaş grubumda ve daha yaşlı olanların ortamdaki mevcut değişimlere bakışımızın gençlerden daha olumsuz olmasının sebeplerinden biri bu. Mevcut durum iyidir, kötüdür, umut vardır, yokturdan öteye, bir şekilde kurtulduğumuz geçmişin berbat günlerine dönme korkusu yaşıyoruz bence.

İlginç şekilde o kötü günlerden bir sürü güzel hatıramız da var. Bunu açıkçası ailelerimizin fedakarlıkları ve iyilikleri dışında bir gerekçe ile açıklayamıyorum. Bugünlerde aile olma cesaretini ya da aptallığını (ne açıdan bakarsanız artık) gösteren kişilere saygı duyuyorum.

Bedel ödemek

Bugünlerde konuşmalarımızın sağına soluna çok sık “bedel ödemek” kavramı girip çıkıyor. Bu kavramla ilgili olarak, hayatımda üç aşamadan geçtiğimi fark ettim.

Küçükken “para vermeden” nasıl bir bedelin ödenmesinden söz edildiğini anlamazdım. Büyümeye başladığımda para karşılığı olmasa bile her tür sıkıntının “bedel” adı altında iyi ya da kötü ama bir şekilde kabullenilmesine yönelik olarak etiketlendiğini anlamaya başladım. Daha da büyüdüğümde -bugünlerde diyelim- parasal bedelden bağımsız olarak sıkıntıları kabullenme, kabullendirme konusunda toplumsal odağın aslında maddi değerlerde kaldığını anladım. Sanırım en acıklısı bu son nokta.

Şunu düşünüyorum: “Parasal” kavramını “bedel” kavramından ayırmak aslında doğru bir hareket. Sonuçta üzerine rakam konamayacak, en azından parasal bir rakam konamayacak bedeller var, bunları göz ardı etmek doğru hareket tarzı değil.

Fakat içinde yaşadığımız para ya da maddi kıymetler odaklı bir dünya yapısı var. Adı kapitalizm de olsa başka bir şey de bu sistemlerde odak “maddi kıymetler”. Sistem aslında iyi niyetli bir yaklaşım olan, bedelin paradan kavramsal olarak ayrıştırılmasını esir alıyor. Böylece temelde maddi sonuçları olan maddi problemlere “fedakarlık”, “bedel”, “diyet” ya da adına ne derseniz, ek maddi olmayan sonuçlar bağlanıyor. Parasal sıkıntının arttığı toplumda, etik değerler zayıflıyor, dayanışma zayıflıyor.

İnsanların birbirlerine verdikleri kıymeti, gösterdikleri saygıyı gelir, yapılan iş, çalışılan şirket gibi temelde maddi sonuçları olan kriterlerle ölçtükleri bir ortamda yaşıyoruz. Dolayısıyla herkesin üniversite mezunu, prestijli okul ve bölüm diplomalı, özette bugün ve gelecekte yüksek gelir, sağlam ekonomik pozisyon garantili olması kriterleriyle, insani kalite kavramı ve kriterleri paralelleşiyor.

Yazamamak

Bazılarını “sevdiklerim görürse”, bazılarını “sevmediklerim görürse”, bazılarını “ileride bir gün ben görürsem” diye elim aklımdakileri yazmaya gitmiyor. Özellikle sonuncu madde yüzünden not almayı da bıraktım. Gördüklerim, düşündüklerim, hissettiklerim hoşuma gitmiyor bu ara. İleride bir gün “2018’de ne düşünmüşüm” diye bakacak enerji ve motivasyonum olursa bile şu aralar düşündüklerimi hatırlamak istediğimi pek sanmıyorum.

Yine de dün gece farkettiğim bir konuya çok takıldım, iki satırı, aslında daha da fazlasını, hakediyor. “İyi” insanlar, şu veya bu sebeple, ama amaçları bu olmadan  çok “kötü” şeyler yapabiliyorlar. Geçen Cuma, iyi aile çocuğu, iyi aile ebeveyni, günlük hayatında iyilik dışında bir davranışını görmediğim bir tanıdık, özet olarak soykırım övgüsü sayılabilecek bir metin yazmış ya da paylaşmış. Beni epey rahatsız etti, nasihatten de anlamadığını bildiğim için açıp bir şey de söylemedim, işe yaramayacak olduktan sonra sinirlenmenin faydası yok.

Tabii konu hafta sonu boyunca kafamı rahatsız ettikten sonra dün gece belli bir noktaya geldim. Cehaletini bilmemek gibi cehalet, inkâr etmek gibi yalan yok. Ne kadar “iyi” olsan da faydası yok.

“I am a leaf on the wind. Watch how I soar.”

Toplumun aynası

Sanattan politikaya, meclisten okula, camiden meyhaneye toplumun aynası olduğu düşünülen çok alanlar var. Ben bütün bu yarı ulvi, yarı kaçamak ya da tembel işi yerlerden daha başarılı olduğunu düşündüğüm iki örnekten söz edeceğim.

Öncelikle, muhtemelen daha göz önünde olmasından, yola çıkmak kolay olacağı için; Sosyal medya denilen bir gerçek hayatımıza gireli çok oldu. Bunu Web 2.0 hareketinin (ki tamamıyla uydurma bir isimdir, Amerikan kültüründe çok sevileninden, Orwell’in 1984’deki mesajlarını uyarı olarak almaktansa kendine rehber edinmiş bir milletten bekleneceği üzere) başlangıcından alıp, facebook ve benzerlerinin bugün geldiği noktaya kadar uzatmak mümkün.

Sosyal medyada Türk kullanıcıların en çok gözüme batan iki yaygın özellikleri var. Ciddi bir kitle aracın nasıl çalıştığını bilmeden kullanıyor. Paylaşımların kimler tarafından “normal şartlar altında” görüldüğünden, görülebileceğinden, ve doğal olarak bu hedef kitlenin nasıl yönetileceğine kadar temel konulardan haberdar olmayanlardan başlayıp, sosyal medya platformlarının “kâr” amaçlı şirketler tarafından insanlara “para karşılığı olmadan” kullandırılmasında bir sebep olması gerektiğini düşünmeyenlere kadar gidiyor. Yanlış anlaşılmasın, diğer ülke vatandaşlarında sosyal medyaya yönelik olarak bunları ve daha ötesi yaygın hataları görüyorum. Bu iki madde, Türk kitlede en öne çıkan ve beni şaşırtanlar.

En temelden bakarsak, dedikoduyu seven (dedikodu konusuna aşağıda yine döneceğim) ve nasıl yapıldığını bilen bir toplumun “dün gece gittikleri düğünde gelinin babasının sarkıntılık ettiği dansöz” fotoğrafını ortaya paylaşması, gelinin annesinin de metni okumadan fotoğrafı beğenmesi türü hikayeler ilk ve ikinci sefer komik olabilir, ama sürekli benzerleri gelince, toplumun ciddi iki sıkıntısına birden ayna oluyor. Elektronik araçların kılavuzlarını okumamakla övünüp duran bir kitle olarak, insanlar kullandıkları yazılım araçlarının neyi nasıl yaptıkları hakkında fikir sahibi olmaya bile çalışmıyorlar. Diğer sıkıntı ise açık, ilkokulda MEB’in okuma listesinden 3-5 kitabı zorla seçip okumuş gibi yapan, kendi evine geçince çocukları için taksitle bir set ansiklopedi (ki bu da kalmadı artık, Internet sağolsun) ve okul kitapları dışında  kitap almayan (her düğüne farklı kıyafetle gideceğinize mesela…) kitle artık kocalarının mıncıkladığı dansöz fotoğrafının altyazısını bile okumuyor.

Diğer ayna ise nispeten daha havadar ve genelde yeşillikli bir ortamdan. Hiç cenaze için camide toplanmış insanları seyrettiniz mi? İki şey sürekli gözüme batıyor. Biri yukarıda sözünü ettiğim dedikodu meselesi. Cenazeye kimin gelip gelmediğinden, kimin çiçek gönderip göndermediğinden, vakıf bağışları yapılmışsa kimin TEV, kimin diğer vakıflara bağış yaptığına kadar bir sürü şeyi çekiştiren insanlar avluyu turluyorlar, okul bahçesinde gezermiş gibi. İnanlar içerde namazlarını tamamlamaya çalışırken, dışarıda kazanlar kaynıyor ama helva, belediye başkanlarının seçim yatırımı, minibüslerden geliyor.

Son nokta ise daha “iyimser”. Hem cenazelerde, hem sosyal medyada insanlar bugüne ve geleceğe yönelik olumlu resimler çizme çabasında, sorunları işaret edenleri parya ilan etme yolundalar. Hiç bir sorun, herhangi bir sorun, öncelikle varlığı kabul edilmeden çözülmeye başlanmaz.

Tabii merhumun doğrudan Cennet’e gidemeyebileceğini kabul ederek kendisi adına bir şeyi çözmek mümkün değil, ama en azından dini olarak anlamı olmayan ritüellerle ölmüş birinin kaderini değiştirmeye çalışmak gençlere ne öğretiyor onu düşünmek lazım, yani burada da çözülebilecek bir sorun var, en azından toplumsal bir sorun.

Ya da, bir arkadaşımız iki kişilik hesabı bir aylık maaşı seviyesinde olan yerlerden haftada bir iki fotoğraf paylaşıyorsa, şu veya bu ad altında “yan iş” yapıyor olduğunu kabullenmek lazım ki sorun görünür olsun, bir çözüme gidilecekse oradan başlayalım.

Neyse işte…

. TR MOL