Ormanda bir ağaç devrilmiş

Geleneksel bir formatta büyümenin sonucu. Hayatımın “kıymetinin” yetiştireceğim hayırlı evlatlar ya da öldükten sonra arkamdan insanların inanarak edecekleri güzel laflar olduğu öğretildi bana.

“Duygusal kısırlık” diyebileceğim bir durumdayım bu açıdan bakınca. Çocuk yetiştirmenin gerektirdiği cesaretten veya aptallıktan yoksun kaldım. Bu konuda yeterince aptalken cesaretim yoktu, cesaretimin olduğu zaman da akıl gereği faktörler önümdeydi.

İnsanların arkamdan güzel laflar etmesi konusunda şu anda bir tahmin yürütmek zor. Ama çok belirgin bir nokta hep gözümün önünde. Pek çok “yatırım” artık dijital formatta. İnsanlar, ki eskiye gitmeye gerek yok en yakın örnek babam, elle tutulur, gözle görülür, anlaşılması kolay eserler bırakmışlar. Harcadıkları emekler nispeten kalıcı olabilecek sonuçlar bırakmış. Şu anda yaşadığımız hayat, özellikle de benim mesleğim açısından bakınca bu konuda ciddi bir değişim, dönüşüm var. Açıkçası “HNS Direcway CDR raporlama sistemi” ne kimseye bir şey ifade eder, ne HNS’in kendi ürününden daha iyi olduğu için bir kopyasını istemeleri çok anlamlı şu anda. Hatta daha acıklısı, muhtemelen yazılım işinde donanımdan daha fazla kâr elde eden bir şirketin, bir programı “bedava” istemesi. Dijital varlıkların kıymeti, kıymetsizliği hakkında daha uç örnek nasıl bulunur bilmiyorum.

Konunun ille programlama gibi uç noktada teknik bir dal olması gerekmiyor. Benim bugüne kadar insanların genelinin okuması için yazdığım hemen hemen her şey dijital ortamda, bir iki dergide çıkmış şu anda bende bile kopyası olmayan bir kaç yazı dışında, yazdığım herhangi bir şeyi okumak için, elektrik, Internet ve çalışan bir bilgisayar gerekiyor. Benim de bu sayfayı ve üzerinde durduğu sunucuyu çalışır durumda tutmam, para harcamanın yanında, emek vermem lazım… OK bir itirazım yok, da konu ben öldükten sonra arkamdan neler söyleneceği değil mi? Sistemleri ayakta tutmak için mezarlığa network mü çektireceğim?

Uzun lafın kısası olmuyor bunu öğrendim bir süre önce, ama özet mümkün. Hayatımızın kalıcı kıymetler üretmesi eskisine göre daha zor artık. Çocuk konusunu atlamıyorum. Şu yazı bir yana, basitçe “çocuk yapmak” değil de bütünsel olarak “hayatı paylaşmak” boyutunda anlaşabileceğim bütün insanlar, çocuklar, hayatın gidişi v.s. konularda sahip olduğum pesimist duyguları paylaşıyorlar.

Neyse, sözde artık yazmayacaktım. Olmuyor, ama en azından çok reklamını yapmayacağım şu aralar.

İnsanlar, görülenler, yazılabilen ve yazılamayanlar

Her zaman belli edemesem de, insanlar benim için çoğunlukla kıymetlidir. “Bütün insanlar” demek isterdim ama, o hikaye Hisarüstü mahallesinin Kuzey kısmında, bizim salakçasına bir inançla haklarını savunduğumuz proletaryanın mutena üyelerinden biri, babasının kendisinden gizlediği paranın kabahatini bana atmaya çalıştığında öldü.

Tabii bazı insanlar diğerlerinden daha da kıymetli olabiliyor. Böyle biri, kırk üç yıllık hukukumuza (beni otuz beş sanmıyordunuz değil mi) dayanarak “iç açıcı” şeyler yazmamı istedi geçenlerde. Bir süredir uğraşıyorum ama, zaten ifade yeteneğim sınırlı, sanırım pek harika gitmiyorum. Anladığım kadarıyla “iç kapayıcı” şeyleri daha kolay görüyorum, belki herkes için geçerlidir, belki meslek hastalığı, bilemiyorum.

Bu akşam üç arkadaşımla önce yemek, sonra sinemadaydık, eğlendik ettik. İyi şeyleri algılamam lazım ama olmuyor işte öyle. Eve dönerken Çamlıca’dan aşağı, D-100 üzerinde bir bebiş gördüm, küçüktü, herhalde bu sene doğanlardan. Muhtemelen kendisine neyin çarptığını bile görmemiş öyle yatıyordu, görse de algılayacak hayat tecrübesi yok zaten, olsa yola çıkmazlar. Bazen hepsini eve toplamak istiyorum, dışarısı çok zor. Olacak iş değil tabii, bir manyakla zor baş ediyorum…

Öff ya, ne kadar isterdim gerçekten kırk üç yıl önceye dönüp, annemin babamın arkasına saklanmayı.

Düşünün şimdi, o kadar sevdiğim kedilerden birini yolda yatmışken görüp bunu yazabiliyorsam, ya yazamadığım neler var…

Have you ever dated a feminist

I usually do not date someone who is not a feminist, does this count? I have never asked BTW. At the beginning of a relation I do not ask about:

  • Zodiac sign
  • Political views
  • Feminism
  • Hair colour
  • Sexual preference details.
  • Religious views.

These are all important and valuable subjects, more fulfilling to discover and to discuss with passing time. If a partner believes, above questions can be answered in single word answers (Gemini, liberal(European), yes, natural brunette, missionary, Orthodox), then I would be out of there, even before “brunette” part. A woman potential partner (probably a man too, but I have no experience on that front) should be able to discuss:

  • That while Zodiac is a complete bullshit, there are statistical evidence about some parts of vaguely broad rules. It is more fun than a serious thing etc. etc.
  • That political reading of the socio-economic status of the population is a spectrum, she thinks this about social security, that about animal welfare etc. etc.
  • The differences between first wave and second wave is overtly exaggerated in some aspects, and broadly simplified in other aspects. While third wave was an adaptation attempt to changing world conditions, fourth wave has yet to demonstrate some “positive” contributions etc. etc.
  • “Well, it was blue and green last week, now black and yellow, what colour do you like to see during next week?”
  • “I would prefer to demonstrate when I would like to see your preferences, maybe soon maybe later”
  • How organised religion turned basically rebellious Abrahamic religion(s) into what they were not meant to be…..

See, such is called “a dialogue” and a relation must be based on this. If you ask any girl these days they claim to be feminists anyway, there is no need to ask that question. The point is to understand if they truly are or not, which requires background on both sides and takes time to understand.

Daldan dala, buluttan yere

Fırtınayı çok severim, geçen yaz o acayip dolu yağarken, ağzım kulaklarımda araba kullanıyordum. Şu anda dolu yok ama fırtına ondan bile şiddetli görünüyor.

Bu arada, 24 Temmuz 2018 sabah 04:29…

Bazen o kadar çok mayın üst üste, yan yana yerleşmiş oluyor ki, adım atmayı bırak parmak ucuyla denge sağlayarak aralarından geçmek mümkün değil, Tekila bile beceremez. Ah be oğlum, annen burada ve uyanık olsa o sarılırdı sana, ben teselli edemem seni. Derdim fırtınadan büyük belki ama kökü fırtınada… Kedinin büyümesi gerektiği gibi insanın da büyümesi gerekiyor. Yoksa bir fırtınada ışıklar gürültüler var diye korkudan titrenir mi hiç?

Fotoğraflar ve bazı düşünceler

Ben küçükken, babam bana fotoğraf çekmeyi öğretmeye çok çalıştı. O sıralar fotoğraflar filme çekiliyordu, dijital de neymiş! İki şeyin anlamam için örnekle falan değil, doğrudan anlatılması gerekmişti.

Birincisi yeterince çok fotoğraf çekersem arada bazılarının tesadüfen de olsa güzel çıkacağıydı. (Sert (!) baba sesiyle) “36’lık filmden beş tane güzel poz çıkarmak marifet değil, 35 tane çıkarman lazım“dı. Babam, digital kameraları, hele herkesin cebinde yüksek çözünürlüklü kameralarla gezdiğini görmedi. Görse fikri değişirdi muhtemelen ama eminim yine her çektiği “güzel” olsun diye uğraşırdı, film ve banyo ziyan ediyor olmasa da.

İkincisi, fotojenik insan diye bir şey olmadığı, poz vermek konusunda yetenekli insan olduğuydu. Doğal olarak iyi poz veren insanların fotoğrafları daha kolay çekiliyordu, hepsi o kadar. Fotoğrafı güzel çekmek fotoğrafçının göreviydi.

Bugün yeni bir şey öğrendim. En güzel fotoğraflar bile gerçeğin hakkını veremiyor bazen.

Dört yıl sonra gelen ek: Hala bu yazıyı kimin için yazdığımı itiraf edememem ilginç. Haydi yüzsüz demeyelim de nispeten rahat biri olarak bile…

. TR MOL