Objektif olmak ya da olmaya çalışmak

Eksik, kötü, hatalı, problemli, sıkıcı, bozuk, kalitesiz, mutsuz, üzücü, faydasız, gereğinden uzun, haksız, adaletsiz, dengesiz, ahlâksız….

Bilmiyorum hayata dair ve kötümser kaç sıfat daha bulunur, Öte yandan…

Vazgeçilmez, eğlenceli, garip, eğitici, ilginç, umut kaynağı, soru kaynağı, merak odağı…

Adet olarak tutturamasam da olumlu şeyler de var. Denge sağlamak mümkün değil, öte yandan ne kadar şikayet etsek de, vazgeçilmez çok şey var hayatta.

İki noktanın, garip şekilde ve muhtemelen kıymetini en azından benim takdir etmekte zorlandığım seviyede önemli olduğunu düşünüyorum. Bunlardan biri, yargılamanın gereksizliği. Bunun detayına kısaca gireceğim birazdan. Diğeri ise öğrenmenin sonunun olmadığı.

Bir insanın hayatındaki en karanlık iki andan biri (evet bu yazı olumsuz bir havada gidiyor, yok yapacak bir şey…) “ben oldum”, ya da “bilmem gereken herşeyi öğrendim” dediği an. Bu yanılgı o kadar büyük ve korkunç bir şey ki garip şekilde kendi felaketini de içinde taşıyor.  Bu çukura düşmeyen, hayatı boyunca öğrenmesi gerektiğinden bir an bile şüphelenmeyen bir insan tanımıyorum, belki vardır, ama ben daha rastlamadım. Daha ötesi çukurun içi de rahat, ne bir daha okumak gerekiyor, ne birinden nasihat dinlemek, ne de -en çekicisi muhtemelen- bir eksikliği olduğunu kabullenmek. Dolayısıyla girmesi kolay, çıkması zor bir durum. Gerek benim için, gerek bildiğim kendini kurtarmış diğer insanlar için kurtuluş yolu genelde acılı br şekilde muhteşem bir cehaletin acıklı darbesi ile kendine gelmekten geçti, geçiyor, geçecek. Daha acıklı olan ise, cehaletin getirdiği darbe her ne ise, ki ille bir darbe yaşanıyor, bazı insanların bundan ders almak yerine problemi yan komşularından, sokakta miyavlayan Mart kedilerine, Moğollar’dan Yunanlılar’a dış güçlere, ya da özet olarak “ben” olmayan herşeye bağlamaları. Bunun sonucu görmek için kafayı kaldırıp sağa sola bakmak yeter.

Diğer kara an ise sanırım açık; İnsanlar cehaletleri ile ilgili girdikleri kötü durumları yamadıkları odakları nasıl suçluyorlar? Onları yargılıyorlar, bakıyor, inceliyor, hatalı, eksik, bozuk, bizden olmayan bir özellik olup bunu “kabahatin kökeni” olarak ilan ediyorlar. Bu hakkı kendilerinde neden gördüklerini ise genelde açıklamaya tenezzül etmiyorlar bile, muhtemelen girişseler açıklayamayacaklarının bilinç altlarında farkında olmaları dolayısıyla.

Düzelmeyeceğini bildiğim şeylerden neden şikayet ediyorum bilmiyorum. O kadar çok kriterle mutsuzluğa, hem kendi mutsuzluklarına, hem başkalarınınkine yol döşeyen insan var ki hayatta, çevrede; Kabullenmek mi, aldırmamak mı, mücadele etmek mi en doğrusu tartışılır.

Kalıplar, görüntüler

Bu Ramazan iki kere önünden geçtiğim bir iftar sofrası oldu, eve yakın bir yerlerde. “Bu akşamın iftarı bilmem kim bey’in ikramıdır” falan yazıyor. Daha önce görmemiştim, dolayısıyla eğer yaygınsa da bu iki yüzlülük, ben gereksiz yere şaşırıp size bildiğiniz bir hikaye anlatıyorsam üzgünüm.

Kişileri değil de toplumu yargılamak gerekiyor sanki. Ne tür bir kalıp içinde düşünerek, temelde “iyilik” olması gereken bir hareket görüntüsü için yapılır? Bunu doğallaştıran toplumsal değişim nedir?

Ya geçenlerde gördüğüm teravihten video çekip yayınlayan insana ne demeli? Her şey bir yana, haydi “ibadet gösteriş için yapılmaz” falanı aştık, namazın arasında telefonu açıp kayda nasıl soktun, ben yürürken fotoğraf çekmekte zorlanıyorum?!

Valla, görüntüye dayalı yargılama yapan insanlardan bıkalı çok oluyor, onlar kendilerinden ne zaman bıkacaklar bilmiyorum. Kendilerini kime beğendirmeye çalışıyorlar bilmiyorum. Çocukluklarında nasıl bir travma yaşamışlar da bu kadar derin bir kabul görme açlığındalar onu da bilmiyorum. Asıl soru yukarıdaki tabii, bu insanları yetiştiren toplum nasıl düzelecek, işte onu hiç bilmiyorum.

Gerekli ya da gereksiz endişeler üzerine

Sadece dört kişi görmüş. Yatmadan önce kısa bir yazı yazdım, okul hakkında, özet olarak çocukların bizden daha iyi olduklarına dair. Saat kaçtı hatırlamıyorum ama herhalde bir ya da iki gibidir.

Sabah beşte bir sürü, bazılarının beni sevdiği zaten şüpheli, arkadaşımın “senin yüzünden oldu….” diye beni suçladıkları bir kâbusla uyandım. Ne, olanın ne olduğu açıktı, ne de kime ne olduğu. Klasik bir programcı gibi, rüyada kimi görmediğimden geri doğru bir çıkarım yaptım, sonra da kalkıp yazıyı sildim.

İd’den super-ego’ya bir yol var ama o yolu gecenin bir saati yürümek kötü oluyor.

Hayatın sıkıcılığı üzerine

Biz küçükken (gerçekten ben bir zamanlar küçüktüm, hatırlaması zor, inanması imkansız gibi geliyor) sık sık “akıl yaşta değil baştadır” atasözünü duyardık. Anlaşılan o ki, bu sözü söylemeyi çok seven toplum, duymaya veya duyduğundan bir şey anlamaya pek istekli değil. Marifet tabii, bir lafı papağan gibi tekrarlamakta değil, işitip, anlayıp, yorumlayıp, ders çıkarmakta.

Bazı insanların benden akıllı olduklarını, bazılarının ise olmadığını görüp, anlayalı çok oldu. Bu zordu aslında; Başkalarının benden akıllı olabileceğini kabullenecek kadar akıllı bir insan olmak zor ve zaman alan bir şey. Daha zoru benden akıllı olmayan (ve muhtemelen kendini herkesten akıllı sanan) insanları kabullenmek oldu.

Neyin sıkıcı olduğunu açıklamak lazım sanırım. Bir noktada insan şunu anlıyor: Her zaman ve her kritere göre bizden daha ileride ve daha geride başka insanlar olacak. Dolayısıyla, her kim olursak olalım, hangi şekilde ve çevrede yetişmiş olursak olalım, daha ötesi (ve kabullenilmesi zor olanı) her ne kadar kendimizi geliştirmiş olursak olalım, sonuçta şu veya bu şekilde “ortalama” olmaya devam edeceğiz. Bu, çabalarımızın boşuna olduğu anlamına gelmiyor. Bu, her zaman çabalamak, ilerlemek, gelişmek için gidecek yol olduğu anlamına geliyor.

Bu benim yorumum. Korkarım insanların birbirlerine burçlarından sonra ne zaman emekli olacaklarını sordukları tembellikteki bir toplumda, çoğunluk ne kadar çabalasa da “en üstün insan olamayacağı” gibi bir gerçeği kabullenebilir potansiyelde değil. Gittikçe düşen eğitim ve sosyal kalitemiz sayesinde çok sayıda prens ve prenses, şımartıldıkları evlerden, eğitilmedikleri okullara, oralardan da bir şeye yaramadıkları iş hayatına atlayıp duruyorlar.

Arada bir sürü de cevher çıkıyor, inanılmaz olgun insanlar gencinden yaşlısına etrafımızda dolaşıyor. Bunlardan tanıma şansına eriştiklerimde yaşlarından, sosyal, etnik ya da ekonomik kökenlerinden, akademik ve iş geçmişlerinden bağımsız kaliteli kişilikler görüyorum.

Sorun, ortalama olduğunu kabullenemeyen, ortalama insanların da bu sırada çoğalıyor olmasında. Yoksa yaşadığımız kalitesizliği neyle açıklayacağız? En bariz açıklama, cehaletinin farkında olmadan bir ufuktan diğer ufka gelmiş geçmiş en büyük bilge olduğunu sananlarla yaşıyor olmamız değil mi?

Sigara, duman ve hayat

Dün gece duman altında bir salonda, çoğunluğun sigara içtiği hızla içilmiş bir purodan sonra, babamı düşündüm, derdini anlatmaktansa duman altında düşünmeyi tercih eden adamı.  Bu konuda bana pek iyi örnek olamamış olmalı ki ondan çok konuşan biri olarak büyüdüm. Ondan çok, ondan iyi yazan biri olabildiğimi, olabileceğimi sanmıyorum, babası kitabet hocası olan ben değil oydu sonuçta.

Bugün, bir arkadaşım daha öğrendi, konuşmaya fırsat bulunamayan ne kadar çok konu kaldığını geride. Yarım satır beylik laf dışında bir şey söyleyemedim. Arasam çok miktarda laf bulunur da, faydası olmayacağını ben öğreneli çok oluyor, o da öğrenecek zaman içinde.

Hayat çok tatsız bazı günler… Bugün bir sürü insanla konuştum, yazıştım, haberleştim, nedense haberleşme kanallarım açıktı epeyce. Yüzümü güldüren bir tek kişi oldu, o da farkında mı bilmem.

Bu arada bütün bugünler dün olmuş, bütün dünler bir önceki gün. Gece bitmeden yatağı ziyaret etmek lazım…

. TR MOL