İçimden çıkmak için bekleyen çok sözler var. Bir kısmı dışarının pisliğinden korktukları için geri kaçıyorlar, kafalarını uzatıp bir baktıktan sonra. Bir kısmı ağzımdan düşüp rüzgarın gürültüsünde kayboluyor. Bir kısmı muhtemelen bana bile duyuramadıkları bir fısıltıyla tembelliklerine yenik düşüyorlar. Hayat her geçen gün güzellikleri öldürüp çirkin ruhlara gübre yapıyor. Her geçen gün, dünün güzelliklerinin çürümüş gölgeleri üzerinde yükseliyor. Hayattan memnun kimseyi tanımaz oldum. Memnun olanlar mı beni bıraktı, memnuniyetler mi bizi bırakıp gittiler? Ne kadar isterdim kışı, karı, yağmuru, haydi onları geçtim, insanları ve politikacıları ve diğer yaratıkları suçlayarak dertlerimizin sorumluluğundan kurtulmayı. Ama olmuyor, içim elvermiyor, herkes masum olduğundan değil, birilerini suçlayarak dertler bitmeyeceğinden.
Yazmam gereken şeyler var, ama ne büyüteçle ne mikroskopla bulamıyorum onları. Kötü haberlere çok alıştım. Güzel mesajlar babamın bisikletimden eğitim tekerleklerini söktüğü gün gibi hissettirirken, kötü haberler karşısında Polonius’u nerede olduğunu soran Claudius’un önündeki Hamlet’in rahatlığındayım. Bu arada, bunu havalı olsun diye de yazmıyorum, gerçi iyi giderdi ama. Günlük hayatımız çekilmez geliyor bu ara, eğer hala anlaşılmadıysa… Bulabildiğim bütün Hamlet adaptasyonlarını seyrediyorum şimdilerde, her gece. Onlar da yeterince kanlı, yeterince ihanet, yeterince riyakârlık ve yeterince yalan dolan içeriyorlar. En azından Hamlet’teki dram için kendimi ya da sevdiklerimi ve saydıklarımı ve güvendiklerimi ve diğerlerini suçlamam gerekmiyor.