It is fortunate that I am not famous, as any biographer and or journalist would definitely have problems while gathering information on my background. What I am basically is a renaissance man in modern age with diverse areas of interest and some interconnected subjects of expertise mainly centered around ICT.
İnsan hayatı hatıralardan oluşuyor. Şu anda içime çektiğim nefes verildiği anda bir hatıra haline geliyor ve muhtemelen en uzun süreli “şu an” da alıp verdiğimiz nefesler. Geri kalan herşey oradan gelen bir hatıra, buradan gelen bir çağrışım ve bunların birleşimi.
Çok alakasız bir şey ararken (sanırım çok zayıf bir hatıraymış, bir mikrofon aradığımı hatırlıyorum ama neden aradığım daha önemli şeylerin arasında uçup gitti bile) bu kitabı buldum, kütüphanenin en az el sürdüğüm raflarından birinde. O rafta ya hatırlamak istemediğim ya da hatırlamak için bir şeye ihtiyacım olmayan şeyler durur ve beni beklerler bir tesadüfle el atacağım güne, saate kadar. İşin, şu anda, garip gelen kısmı şu: Kapağı scan edip web’e konulacak şekilde hazırlarken, başka ellerde geçen çok uzun ve bende geçen kısa zamanda birikmiş sinek pisliklerini temizledim. Bir yandan da düşündüm, şimdi hayatta olsa ve bunu yaptığımı görse acaba neye gülerdi, ortalığı temiz göstermeye çalışmama mı, o pisliklerin en azından benim gözümde kitabın kıymetini arttırmasına rağmen bunu yapmama mı, yoksa aklıma bile gelmeyecek başka bir şeye mi?
Hatıralar işte; Bir kısmı hemen uçup giderken bir kısmı kitap olup yerleşiyor hayatıma, daha da ötesi yaşanmamışları bile hatıra kılığında karşıma çıkarıyor. Hatırlandığınız sürece hayattasınız. Unutulduysanız, nefes alıp vermek yaşadığınız anlamına gelmiyor.
Bu nispeten kısa olacak. İki tane daha başlanmış ama bitiremediğim yazıdan buraya geçtim. Ne, neden, nasıl v.s. derken farkettiğim bir şey var. Bugün (dün oldu ama belli etmemek lazım…) önemli biriyle buluştum, bir miktar aradan sonra. Genelde uzun süre biriyle görüşme fırsatı ele geçmediğinde olduğu gibi, bir sürü konu hakkında konuştuk.
Daha sonra başka iki okul arkadaşımla daha konuştum, işle ilgili başka bir görüşmem oldu. Bütün bunları Tekila beni uyutmak için patisinden geleni ardına koymazken yaptım. Neyse kısa kesme sebebimi hatırlamışken toparlayayım. Sıkıntılar, hayatın problemleri, olumsuzluklar herkesin odağında, herkes kendine göre değerlendirip yorumluyor. Ama olumlu bakışlara, umutlara sahip olanlar bile bunları sorun ve sıkıntı odaklı olarak ifade ediyor. İnsanların sıkıntısız, dertsiz olmalarını umarım ama hayallerdeki hedefleri bile gerçekçi tutmak lazım.
Ben şahsen çok sıkılmış durumdayım, bunca yaygın umutsuzluktan, negatif bakıştan. Siz de sıkılın artık ve çözümlerinizi bulun, en azından arayın hayatınızda…
Bu ara çevremde gittikçe artan bir şekilde motivasyon, amaç, istek, hedef azalması görüyorum. Ortak olarak gördüğüm tek hedef, hayatın olabildiğince değişmeden devam etmesi. Tek kişiye adresleyebileceğim bir problemden çok çevreye yaygın olarak bu eğilimi görüyorum. Birkaç istisna dışında, büyük planları, hedefleri olan pek bir insan kalmadı ortada. Neden, nasıl bilmiyorum. İnsanlar neden bir boşluğa düşüyor, hatta neden bir boşluğa sığınıyorlar bilmiyorum.
Yaş bir faktör değil sanırım. Bir istatistik yapmadım ama çevremdeki insanların yaş bandı 40 yılı geçkin olmalı, yaklaşık +15, -25 yaş gibi. Bu kadar geniş bir yaş bandında ortak olarak gördüğüm trendin yaşla ilgisi olmadığını düşünüyorum.
Sosyal çevre, din, millet, cinsiyet v.s. diğer düşünebildiğim faktörlerde de çevrem ne yazık ki çok belirgin bir karakteristiğe sahip değil. Yani arkadaşlarımın ortak tek özelliği aralarında kafası çalışmayan kimse olmayışı. Onun dışında çoğunu aynı odada birbiriyle yalnız bırakmaya cesaret edemem, tartışma ya da kavga çıkması için uzun bir zaman geçmeyecek kadar farklılar birbirlerinden. Ama son planda bugünlerde ortak olarak hayata daha olumsuz, umutsuz bakan bir yerde görüyorum önemli bir çoğunluğunu, neden olduğunu anlamadan.
Ben neredeyim, onu da çok iyi bilmiyorum. Hayatın kötü gittiği konusunda pek bir şüphem yok ama en azından hala planlar yapıyorum. Eğer bu bir dönüşüm süreciyse, bende devam ediyor. Eğer bu bir dönüşüm süreciyse, başında ve sonunda olan insanlar gördüğüm gibi…
Bu konuda anlatabildiğim, ifade edebildiğim şeylerin ötesinde üzerinde düşünülmesi, anlaşılması gereken çok şey var. Daha temel bir noktadan bakarsak, gerek bu blog’u gerek Quora’da yazdıklarımı neden yazdığım sorusu bile belki de bu merkezin etrafında dönüyor, bir ölçüde. Değişkenlik ve esneklik insan düşüncesinin bence olmazsa olmaz özellikleri ama ciddi bir insan kitlesinin, “düşüncelerinin değiştirilemezliğiyle” övündüğü bir hayatı yaşıyoruz. Ben kendi düşüncelerimdeki değişimi takip etmek istiyorum.
As a youngster of 80’s let me put it that way. There were some exceptional, kind of good videos in that era. Like the very good and interesting video of “Money for Nothing”
Keeping in mind this was one of the better, even revolutionary videos of that time, most regular videos were beyond the terrible. For example “Separate Ways” by Journey is an epitome of the era for me. The music is marvelous, lyrics are very good for a love song. But the video, well, I mean I am out of words to describe how bad it is. See for yourself…
Geçenlerde yazmıştım bir sebeple, “insanı düşündüren arkadaş iyidir” diye. Bu (dün olmuş artık) akşam düşünmeme sebep olacak çok şeyler konuştuğumuz bir arkadaşımla oturduk. Yaşayanlar, yaşananlar, artık yaşamayanlar, yaşanamayan, yaşanamayacak ve hiç doğamamış olanlara kadar çok şeyler masadan geldi geçti. Öncelikle kulağı çınlayanlara: Kulak çınlamasının en iyi ilacı, masada ispat-ı vücut etmekten geçiyor. Hani söylemiş olayım.
Küçükken oyun olarak başlamış, hala devam eden bir alışkanlığım var; Düşünceden düşünceye, konudan konuya atlayarak günü, hayatı, yaşananları konuşulanları değerlendirip üzerinden geçerek eve yürüyordum, her fırsat bulduğumda yaptığım üzere. Yolda fon müziği olarak kulağımda olan, ama bir noktada düşüncelerimin etrafında dönmeye başladığı bir şey dinliyordum.
Parçayı bilmeyenler muhtemelen çoktur diye orijinal sahneyi koydum. Sanırım konunun çok etrafında dolanmak anlamlı olmayacak. Yemekte eski eşimle daha doğmadan konsere götürdüğümüz bebeğimizi anlatıyordum. Korkarım aşağı yukarı tek hatırası da o konser olan doğmamış bir çocuk olarak kaldı hayatımda. O zamandan beri hep merak ettim; Nasıl olurdu, neye benzerdi, hayata bakışımı ne kadar etkilerdi…. Bir sürü “acaba” işte. Bu sahneyi her seyrettiğimde, bu müziği her dinlediğimde sorularım kelebek olup uçuşuyor etrafımda.
Fark edenler olmuştur, çok fazla “sanırım” diye ifade ettiğim ya da bu anlama gelecek cümlem oluyor, konuşurken de yazarken de. Barker, bir seferinde özet olarak “You do not think so, you know so, thus you must say so…” diye ifade edilebilecek bir tirad atmıştı bu sebeple. Bu noktadan çıkarak, içimde şüphe olmayan, dolayısıyla net bir şekilde ifade edebileceğim bir şeyler var:
Hayat dediğimiz şey, sayılı nefesin sınırlı bir zamanda alınıp verilmesi ile geçip gidiyor. Ziyan etmemek lazım ne nefesleri, ne zamanı. Önümüzdeki örneklere bakınca, geriye bırakılan çocuklar mı hatıralar mı daha değerli sorusunun cevabı, aslında, hatıralar. Eğer bir insan çocuğu dolayısıyla iyi olarak anılıyorsa gittiği andan sonra, bu da sadece, kendi hatırasını güçlendiren bir çocuk yetiştirdiği için oluyor. Sürekli söylediğim bir şeyi de buna eklemek mümkün. Kiminle konuşsam, ya da kim benimle konuşsa, hayatımızdan bir memnuniyetsizlik hali ifade ediliyor. O beğenmediğimiz halleri yaşamamıza vesile olan insanlar da bu toplumun bireyleri ve çocukları.
Neyse büyük bir ozanın dediği üzere…
“There must be some way out of here,” said the joker to the thief
“There’s too much confusion, I can’t get no relief
Businessmen, they drink my wine, plowmen dig my earth
None of them along the line know what any of it is worth”
"No reason to get excited,” the thief, he kindly spoke
“There are many here among us who feel that life is but a joke
But you and I, we’ve been through that, and this is not our fate
So let us not talk falsely now, the hour is getting late”
All along the watchtower, princes kept the view
While all the women came and went, barefoot servants, too
Outside in the distance a wildcat did growl
Two riders were approaching, the wind began to howl