Standard akışlar

Gördüğüm kadarıyla bütün şamatanın, çabaların, farklılaşma uğraşlarının ardından hepimiz aynı akışı yaşıyoruz. Geliyoruz, biraz oyalanıp, sonra da gidiyoruz. İlginç şekilde bu hayatın bütünü için geçerliyken, hayatın bütün günleri için de tek tek geçerli. Uyanıyoruz, yaşıyoruz, uyuyoruz. Uykuya “küçük ölüm” dendiğini de düşününce tam oturuyor.

İnsanların rutine olan sevgisi de bu yüzden, birbirini tekrarlayan ardışık günleri yaşamanın kolay bir tarafı var. Her sabah kalktığında o günü neden yaşamak zorunda olduğunu sorgulamak zor, tıpkı hayatı neden yaşamak zorunda olduğunu sorgulamanın zorluğu gibi. Bunun yerine, kahvaltını et, trafiğin işkencesini çek, 8-12 saat arasında zamanı işine, patronuna, müşterine feda et ve aynı trafikle eve dönüp uyu… Yeter ki düşünmek gerekmesin. Hayat için de benzer bir zincir var, doğ, oku, evlen, senden sonraki köleyi dünyaya getir, kölelik konusunda yetiştir, sıranı sav, çek ve git.

Bir zamanlar çok duyduğum bir laf vardı, yaşamak için yemek ya da yemek için yaşamak” diye. Bugünlerde eski modası kalmadı galiba. Buna paralel olarak bir arkadaşım sık sık “pahalı yemekler, pahalı gübrelere dönüşür” derdi. Bu tür laflar güzel tabii, ama insanın konuştuğu gibi yaşaması ya da yaşadığı gibi konuşması lazım. Yaşamak için mi günleri geçiriyoruz, günleri geçirmek için mi yaşıyoruz? Ya da özet olarak, harcadığımız zamana, emeğe, değecek hayatı yaşıyor muyuz? Para için, güç için, başkalarının saygısı için insanlar hayatlarını tüketiyorlar. Hatta daha acıklısı kendi hayatlarının yanında, diğer insanların hayatlarını da tüketiyor, sömürüyorlar. Sonuçta ellerinde kalan üç aşağı beş yukarı bir seksen derinliğinde bir çukurda bir avuç toprak. Üzerine ne kadar mermer yığılsa alttaki toprak aynı…

Çok isterdim Refik Halid’in neşeli, hatta Sait Faik’in acıklı hikayelerinden birinde yaşamayı. Ama gerçek hayatta “olay” yok, sadece rutin var, insanların “macera” arayışıyla renklendirmeye çalışıp durdukları. İngilizce’de “no news is good news” diye bir laf vardır, başka şeylerin yanında, durumu ve gerçeği kabullenmiş olmanın bilgeliğini gösteren. Yaşayın bakalım, nereye kadar giderse…

Published by

Can Baysal

It is fortunate that I am not famous, as any biographer and or journalist would definitely have problems while gathering information on my background. What I am basically is a renaissance man in modern age with diverse areas of interest and some interconnected subjects of expertise mainly centered around ICT.

. TR MOL