Notlar, kriterler puanlar v.s. hakkında kısa bir not

KPI tabanlı ekip yönetimi yapmak, özellikle de “kurumsallaşma” çabasında ve Amerikan (ya da Japon) kültürünün etkisi altındaki organizasyonlarda çok yaygın bir eğilim. Yapılan basitçe üretimden kaliteye, tuvalette harcanan süreden, ciro ve kârlılığa kadar mümkün olan her tür ölçülebilir kriterin puanlanması, notlanması, ücret ve terfilerden yan haklara kadar çalışanların elde ettikleri faydaların bu notlara dayandırılması.

KPI tabanlı yönetim, kolay. Denetlemesi kolay, üst yönetimin benimsemesi kolay, orta kademenin sorumluluktan kaçabildiği kararlar vermesini sağlaması, çalışanların itiraz edecek nokta bulmakta zorlanması sistemlerin genel olarak  kabullenilmesini kolaylaştırıyor.

Şu anda bizim şirketin bile bir KPI otomasyon yazılımı var, Otomasyonun mantığını oturtmak, uygulamak ve raporlamak da kolay aslında.

Bana zor gelen tarafı şu; Çalışanlar sonuçta, “insan”. İnsani kıymetleri ise KPI’lamak mümkün değil, her ne kadar aşırı meşhur bir iki Amerikan kaynaklı okul, ve (nedense bu okulların mezunlarının kontrolünde olan) Amerikan özentisi şirketler “iyiliği bile ölçüp puanladıklarını iddia etseler de. Çelişki burada.

Bir kediden diğerine

Okuldan arkadaşlarımın benim evden ya da bana gelmeden önceki mekanı olan kitabevinden hatırlayacakları bir kedim vardı. Çirkin, huysuz ve yaşlı bir tekirdi, adını Yeşil koymuştum ama insan hakimiyetini kabul etmediği için adı dahil hiç bir söylediğimi anlamaz gibi davranırdı. Beni tercihen uzaktan ve genelde mama getirdiğim zamanlar severdi. Mama seçmezdi ama yanlışlıkla çok güzel bir mama verip de evden çıkarsam, döndüğümde mahallenin kedilerini eve atmış alem yaparken yakalardım. Zaten neyin normali beni buluyor ki kedinin normali bulsun?!?

Başka hiç bir söylediğimi dinlemeyen Yeşil, midesi bozulduğunda, halıya kusmamasını söyleyince yüzüme baktıktan sonra dönüp parkeyi kirletmişti bir gün. Muhtemelen düşündüğümden kötüydü, iki gün sonra kaçıp bir iki hafta ortada görünmemek üzere gitti. Geri geldiğinde çok zayıflamıştı. Yaşadı gerçi ama toparlanamadı hiç, üzerinden zaman geçti ve bir gün gelmemek üzere ayrıldı evden.

Bugün Tekila rahatsız, kim bilir nereden ne buldu da yedi. Onu gördükçe Yeşil’i hatırlıyorum, ikisinin de birbirlerine çok benzeyen tekirler olması dışında bir ortak noktaları olmamasına rağmen. Ne çok kedi geldi geçti hayatımdan. Ne yazık ki o zamanlar herkesin cebinde dijital kameralar olmuyordu, Yeşil’in fotoğrafı yok elimde. Keşke olsaydı.

Kendini bilmek, sevmek falan

Asalet insanın atalarından aldığı ve “varsayılan” bir kalite işaretidir. Çalışarak, çaba göstererek, elde edilen ünvan, kaynak, ve pozisyonlar ise farklı olarak kişinin kendi ürünüdür. Biri için doğru anne, baba yeterken diğer için enerji ve zaman harcamak gerekir. Eskiden beni çok rahatsız eden, ama kaybolmaya yüz tuttuğu için çok da aldırmadığım paşazade başta olmak üzere “xyz zade, oğlu, gil” soyadlarında kalsa da insanlar hayatlarını kendi elde etikleriyle değerli kılmaya çalışsalar ne güzel olacak. Son zamanlarda yine “…zade” ve “…efendi” artışı görmeye başladım. Sanırım cehaletin yansıması olarak nasıl saygı göstereceğini/göreceğini bilemeyen insanların ya da uyum gösterme çabasında yırtınan insanların bir sonucu.

Aptallığı başkalarında varsaymak

Mutena ve adını vermeye cesaret edemeyeceğim kadar büyük bir şirketimizin çağrı merkezindeki robot sayesinde bir yaşıma daha girdim. Kredi kartı numaraları “kartın ön yüzünde yazılı” oluyormuş.

Bu konudaki klasik Amerikan yaklaşımını bilirsiniz. Açıklamanın yapılması gereken o kadar çok kişiyle karşılaşılmıştır ki, artık soru gelmeden “KK# olarak ön yüzdeki on altı haneli numarayı girin” diye otomatik olarak talimat verilmeye başlanır. Tabii, burada Türkiye gerçekleri açısından çeşitli sıkıntılar görüyorum.

Öncelikle Türk halkından ne kadar kötü bir örnek kitleyle karşılaşılmış olmalı ki, parasıyla ilgili dikkati en üst seviyede insanlardan oluşan bu toplumun içinde kredi kartı numarasının ne olduğunu bilmeden kredi kartı sahibi olacak dikkate değer sayıda insanlar olacağı varsayılabiliyor?

Bunun yanında, çağrı merkezinin robot yazılımı, ya da IVR’ı, o kadar yüksek teknolojiyle ve fakat o kadar kötü dizayn edilmiş ki, söz konusu mutena şirketimiz memleket sathına yayılmış binlerce tahsilat noktası işletmek zorunda kalıyor, buna para harcıyor falan. Bunlar dururken bu çağrı merkezini, bu IVR’ı kullanmak konusunda ısrar ve başarı gösterecek kitlenin en azından biraz okumuş yazmış olmaması, KK bilgileri nasıl kullanılır diye basit bir şeyi bilmemesi nasıl mümkün oluyor, ya da olduğu varsayılabiliyor?

Ben açıkçası burada, eski deyimiyle velinimet olan müşteriyi aşağı görme dışında makul bir açıklama bulamıyorum.

Bunların yanında yukarıda da vurguladığım on altı haneli rakam konusu var. Benim KK numaram on beş haneliyse ne olacak? Beraberinde, KK son kullanma tarihinin hangi formatta girileceğinin söylenmiyor olması konusu var. MM/YY istiyormuş ama denemeden bilmek mümkün değil. Bu arada kullanılan CRM’in hatalı/eksik mesajlar vermesi var. Ödeme talimatı gelen faturanın bankaya iletilmemesi var. Var da var…

Bunların hepsini bir araya getirince işini düzgün yapmaktan aciz ve maaşını ödeyen müşterilerini aşağı gören bir grup insandan başka açıklama bulamıyorum. Ortada bir aptallık olduğu kesin ama, kaynağı bazılarının varsaydığı ve ikinci sınıf gördüğü insanlar, müşteriler, tüketiciler değil.

Aptallığın tedavisi olmaz ama…

Nim sofyan’dan teknik konulara kadar atlayarak yazacağım, üzgünüm…Teknik konularda seyrek yazıyorum, zaten her gün içinde olup insanları bayıltana kadar konuştuğumuz şeyleri buraya taşımamak için. İngilizce yazmak istemiyorum, her seferinde kendimi daha kolay ifade edebildiğimi görmekten hoşlanmadığım için.

Öte yandan bazen -peki, sıkıysa kibarca ifadesini siz bulun- toplumsal aptallık, salaklık ve cehaletin diz boyunu aştığı günler teknik konular ve İngilizce metinler kaçınılmaz halde kaçış noktaları halini alıyor.

Şincik; Nim sofyan 2/4’lük bir Türk usulüdür. Bunu sayesinde öğrendiğimiz rahmetli Alp Bora’nın da grubunun adıdır. Bir sebeple “Nim Sofyan” adını anlamayıp, gruba ve dinleyenlere “$TÜRK_DIŞI_BİR_MİLLET’in dölü” diye laflar edip, bunu bir de hakaret zanneden zavallılara rastlayınca şaşırmamamak lazım ama, şaşırmasa da sinirleniyor insan.

Ben kültürel olarak, atadan gelen soy yaklaşımıyla büyüdüğümden kendimi Tatar sayıyorum. Aileye giren gelinler sayesinde, aslında o kadar çok millet karışmış ki saymakla bitmiyor. Bu durumda herhangi bir millete mensup olmayı hakaret vesilesi sayan canlı türlerini anlamak zor oluyor. Tabii aslında bu konunun çok derinden deşilmesi lazım. İnsan’ın kimliği üzerinde günde iki üç saat gördüğü babası mı daha etkilidir, kucağında büyüdüğü annesi mi? Cevap belli de, orada da haklı bir feminist tepkiyle karşılaşıyoruz “bu çocuklar ancak kötü yetiştiği zaman annenin etkisini hatırlıyorsunuz” diye.

Eh, konu ırkçıların cehaletinden başlayıp, tehlikeli bir şekilde feministlerin haklı tepkisini almaya kadar gidince, bunları yazmalı mı yazmamalı mı. Başlıyorsun altı ay önce bulunmuş açığın turşusunu kurup “zero day” diye reklam yapanlardan, Pakistan bankacılık sektörünün atlattığı (atlattılar mı acaba) siber saldırıdan devam edip Django, Python falan diye bitiriyorsun. En azından IT sektöründe alınganlık gösterecek insan daha az, onları da kimse ciddiye almaz zaten.

. TR MOL