Anlamak ve anlatmak hayatımızın hem önemli olgularından biri. Hem de en çok göz ardı en çok edilen olgularından biri. -buraya bir “ne yazık ki” gelmeli-. Sosyal medyadan, kahvehanedeki boş sohbete, ağzından yalandan başka laf çıkmayan politikacıdan, toplumun kendini rahatlatmak için uydurduğu yalanları -Orta Asya’dan Çinliler üzerimizden ve içimizden geçtiği için değil de iki üç jeolojik çağ önce kurumuş iç deniz yüzünden göçtüğümüze inananlar parmak kaldırsın, güzel bir köprüm var satacak- ders diye anlatan öğretmene durum değişmiyor.
Aslında aşkın sevdanın gizemli yolları dahil hayatımızdaki her tür ilişki bu anlaşılma ihtiyacına dayanıyor. Sevgilisine “beni anlamıyorsun” demeyen varsa aramızda ya ergenliğe girmemiştir henüz ya da ciddi bir vakıa ile karşı karşıyayız. İşin gerçeği insanların çok fazla mesajları da yok son planda bakarsak; Yalnızım, sıkılıyorum, şunu istiyorum, bunu istemiyorum… Sanırım bir iki ekle bu liste biter.
Karadenizin üç tarafından ve Anadolu’dan 19. YY.’da Istanbul’a hicret eden dört ailenin torunu olarak ortalamanın biraz üzerinde sinik bir bakışım olabilir ama babamın zamanında dediği gibi “ne gezmek için gelip beğenip kalması, 93’de Ruslardan kaçmışlar”. Bu bakışla, gidersek, ki ben gitmek zorundayım, “bakın ne kadar neşeliyiz” diyen insanların tuvalete kapanıp ağladıklarını düşündüm ve hissettim hep. Bu “iyi bir şey yaşanmıyor” demek değil. İnsanlar gerçekten iyi bir şey yaşadıkları zaman bunu anlatmak için hevesli değiller. “İyi” bir şeyleri anlatanlar genelde mutsuzluklarını maskelemek için konuşuyorlar. Kocasından sıkıntısı olan kızını Viyana’da konsere göndermekten bahsediyor, kızından sıkıntısı olan çocuğun, içeriğini de anlamadığı, lisans eğitimiyle öğünüyor.
İnsanlığı sırtımı dönüp “hepinizden çok sıkıldım” demek isterdim. Ama insanlık hep buydu, değişen bir şey yok. Sadece ben büyüyorum sanırım.