Mürekkep, Kalem ve Düşünmek Üzerine

Bir arkadaşım, ortak merakımızın dolaylı bir sonucu olarak, yeni bir mürekkep hediye etti geçenlerde. Arkadaş var, arkadaş var. Birini arkadaş olarak sevmek kolay (gerçi benim ve arkadaşlarımın “sevilebilirliği” tartışmaya açıktır) ama arkadaşının neyi seveceğini ondan daha iyi bilmek önemli bir şey.

Haydi bir deneyeyim diye el atmışken baktım yazı almış başını gidiyor. Sonuçta biz büyürken ortada bilgisayar falan yoktu elimizi uzatıp o anda kullanmaya başlayabileceğimiz. Kalem kağıtla yazmayı, kalem kağıtla düşünmeyi öğrendik. Bir bilgisayar programcısı olarak, hala, sıkıntılı bir programlama problemi karşısında ya da standart olmayan bir yazılım dizaynı falan gerektiğinde kağıt kaleme dönüyorum. Daha kolay, daha verimli…

“Düşünmek” üzere eğitildiğimi varsayıyorum. Buna inanmak hayatı kolaylaştırıyor. Ama hayatın gerçeği çok daha farklı aslında. Kendimizi idealize edilmiş resimler içinde görmeyi seviyoruz. Muhtemelen devletler de halklarının bu sevgisini bilerek, bizleri pompalıyorlar. Bu idealize hayaller uğruna insanlar, bir masa etrafında oturan üç beş kişinin konuşarak çözebilecekleri sorunları, ölerek çözmek için savaşlara gidiyor. Bu idealize hayaller uğruna sistemin çarkları içinde doğum, eğitim, çalışma, tercihen emekli olmadan ölüm çemberi kırılmadan dönmeye devam ediyor.

İnsanlar aldıkları diplomanın ifade ve iddia ettiği bilgi birikimini bir gün bile kullanmadan yaşıyor ve çalışıyorlar. Bu eğitime ihtiyaç duymadan yaşayacakları hayata “hazırlanmak” adına sayısı, kapasitesi, maliyeti artan, kalitesi, verimi, faydası düşen okullarda okumaya devam ediyorlar. Eğitimin sağladığı “fayda” nedir diye bir gün bile sorgulamak istemeden, diplomayı hedef haline getiriyorlar. Eğitim sisteminin, düşünmektense takımın kuralları sorgulamayı bile aklına getirmeyen oyuncularını yetiştirdiğini de görmek imkansız geliyor muhtemelen bir noktadan sonra. Devletlerin eğitimden gördüğü en belirgin faydanın, milyonlarca insanı iş gücü piyasasına dört ile sekiz yıl arasında gecikmeyle sokmak ve dolayısıyla işsizlik istatistiklerini yapay olarak düşürmek olduğunu görmemek mümkün mü? Anlaşılan toplum çoğunluğu için öyle.

Devletlerin normal düzeni içinde “hakim kadro” oldukları zannındaki politikacıların temel rolü de halka istediklerini verirmiş gibi yapan düzenin reklamı dışında bir şey değil temelde. Dünya devletlerinin önemli kısmı demokrasi oldukları iddiasında. Ama demokrasi dizayn olarak bu kadar büyük toplulukları yönetebilecek yapıda bir sistem değil, dolayısıyla nüfus büyüdükçe, kaynaklar daraldıkça değişikliklere uğrayarak yaşamaya çalışıyor. Sonuçta kökünde kadın ve kölelerin oy hakkı olmayan, forumda karar alınan bir sistemden söz ediyoruz. Dijital devrimin orijinal demokrasiye dönüşü sağlayacağına inanan bir çevre vardı, aynı hayali devam ettiriyorlar mı bilmiyorum ama muhtemelen yanılıyorlar. Mevcut durumda, politikacılar devletlerin halka istediği ve ihtiyaç duyduğu şeyleri vermesini sağlayan oyuncular görüntüsünde. Peki halk ne istiyor; Çocuklarının işe yaramaz diplomalar almasını ve ünvan sahibi (hatta Türkiye’den bakarsak, devlet çalışanı da olmuş) insanlar haline gelmesini… Bunun sonuç faydası ne olacak bilmiyorum, hayal de edemiyorum ama iyi bir yöne gittiğimizi düşünmüyorum.

Published by

Can Baysal

It is fortunate that I am not famous, as any biographer and or journalist would definitely have problems while gathering information on my background. What I am basically is a renaissance man in modern age with diverse areas of interest and some interconnected subjects of expertise mainly centered around ICT.

. TR MOL