Etiket tabela falan…

Düzelme umudu olmadığını bilerek, burada yazdıklarımın “kalıcı” olmadığını bilerek, aslında insanlığın ve insanlığımızın ve toplumun ve kitlenin ve bir araya gelmişlerin pek değişmeyeceğini bilerek…

Sanayi devriminin acıklı bir sonucu var. Normalde yavaş yavaş, farkına varılmayacak hızla değişip gelişen toplumlarda yaşayacak şekilde evrimleşmiş insanlar. Ama, son iki yüz elli yıldır, inanılmaz bir hızla değişen ve değişme hızı da gittikçe artan bir sosyal ortamda yaşıyoruz. Uzun süredir beni rahatsız eden, etiketlere bağımlı hayat bakışının kaynağının bu olduğunu düşünmeye başladım. Hiç bir anlamı olmasa da, ya da anlamı dejenere olmuş olsa da, ya da benimsemiş kitle etiketin ne anlama geldiğini unutmuş olsa da insanlar olabildiğince geçmişten gelen, hatta geçmişi yalan bile olsa farketmeyen şekilde, kendilerine değişimin dışında kalmış, köklü kimlikler arıyorlar. Bunu, kitabını okumadığı inanca sahip olduğunu düşünenlerden, kendine “kadim ve kabul edilmiş…” diyen topluluklara ısrarla ve tercihen yine herhangi bir kitap okumadan dahil olmaya çalışanlara kadar, farklı insan tiplerinde görmek mümkün.

İnsanlar ne kendilerinden memnunlar, ne toplumdan, ne bulundukları sosyal gruplardan ne de politik yapılardan. Belki kabahati içselleştirebilseler ve “başkaları ne hata yaptı” yerine “ben neyi düzeltebilirim” diye baksalar bazı olumlu gelişmeler olacak ama bu yaklaşım pek de moda görünmüyor bu aralar.

Bu yazdıklarımı Türkiye özelinde yazıyor olmak isterdim, en azından, aralarında kıymet verdiğim insanlar da olan bazı tanıdıklarımın “kaçıp kurtulma” hayallerini yıkmaya çalışıyor gibi durmazdım. Ama dünyada “iyi” durumda olan, ya da bugünü dünden kötü olmayan ülke, toplum kalmadı gibi. Bunun detayına girmek belki faydalı ama bir yandan da gereksiz, çünkü sonuçta “etiket” ne olursa olsun hepimiz insanız, bizim gibi olmayanları insandan saymamak gibi bir alışkanlığımız olsa da. Dolayısıyla benzer problemler her yerde, benzer trendle gelişiyor, sürüyor, kapıya asılan tabeladan bağımsız olarak.

Eskiden “böyle gelmiş böyle gider” lafını çok duyardım, kötü bir durumu açıklamak için. Bu bile kendi başına ciddi bir aymazlık göstergesi, geldiği gibi gitmiyor, sorun orada, toplumlar adapte olamıyorlar değişime. Ve etiketlerle, hamasetle kendilerini avutuyor insanlar.

Published by

Can Baysal

It is fortunate that I am not famous, as any biographer and or journalist would definitely have problems while gathering information on my background. What I am basically is a renaissance man in modern age with diverse areas of interest and some interconnected subjects of expertise mainly centered around ICT.

. TR MOL