Her zaman belli edemesem de, insanlar benim için çoğunlukla kıymetlidir. “Bütün insanlar” demek isterdim ama, o hikaye Hisarüstü mahallesinin Kuzey kısmında, bizim salakçasına bir inançla haklarını savunduğumuz proletaryanın mutena üyelerinden biri, babasının kendisinden gizlediği paranın kabahatini bana atmaya çalıştığında öldü.
Tabii bazı insanlar diğerlerinden daha da kıymetli olabiliyor. Böyle biri, kırk üç yıllık hukukumuza (beni otuz beş sanmıyordunuz değil mi) dayanarak “iç açıcı” şeyler yazmamı istedi geçenlerde. Bir süredir uğraşıyorum ama, zaten ifade yeteneğim sınırlı, sanırım pek harika gitmiyorum. Anladığım kadarıyla “iç kapayıcı” şeyleri daha kolay görüyorum, belki herkes için geçerlidir, belki meslek hastalığı, bilemiyorum.
Bu akşam üç arkadaşımla önce yemek, sonra sinemadaydık, eğlendik ettik. İyi şeyleri algılamam lazım ama olmuyor işte öyle. Eve dönerken Çamlıca’dan aşağı, D-100 üzerinde bir bebiş gördüm, küçüktü, herhalde bu sene doğanlardan. Muhtemelen kendisine neyin çarptığını bile görmemiş öyle yatıyordu, görse de algılayacak hayat tecrübesi yok zaten, olsa yola çıkmazlar. Bazen hepsini eve toplamak istiyorum, dışarısı çok zor. Olacak iş değil tabii, bir manyakla zor baş ediyorum…
Öff ya, ne kadar isterdim gerçekten kırk üç yıl önceye dönüp, annemin babamın arkasına saklanmayı.
Düşünün şimdi, o kadar sevdiğim kedilerden birini yolda yatmışken görüp bunu yazabiliyorsam, ya yazamadığım neler var…