Beş altı yıl öncesine kadar, birlikte çalıştığım aşırı baskıcı bir yöneticimiz vardı. Tarzı ve kendi fikirlerini çok sevmesi dolayısıyla da ortaya attığı çoğu akıllıca ama bazıları kelimeye yeni boyutlar katacak kadar saçma fikirlere hayran bir insan kitlesi etrafında gezerdi.
Bir eğitimi hatırlıyorum. Katılmayacak ama eğitim başlangıcına gelip eski tanıdığı olan eğitmeni şerefyab ederken bizi de motive edecek, en azından niyet bu. Bir sebeple takvimi yanlış okumuş, salona bir saat erken gelmiş. Üç beş kişi var tabii, erkenciler, uzaktan gelenler falan. Bir iltifat, bir takdir çalışanları. Haberi duyan da yukarı koşmuş. Neyse HR’dan beni aradılar, acele eğitim salonuna gideyim diye. Sallana sallana gittim. Herkes kapıya dönüp bana baktı. Yöneticimiz de, eğitmene “işte bu arkadaşımız da çok başarılıdır ama dakik değil” falan dedi. Halbuki malum, genelde 10 dakika önce randevumda olurum. Benim çenem durmaz tabii. “Eğitime daha yarım saat var, ama acil gel dediler, geldim” dedim. Tabii soruldu “arkadaşlar neden söylemiyorsunuz madem daha bir saat vardı ben geldiğimde” diye. Cevap yok, tahmin edileceği üzere. Neyse ben “Valla eğitimi organize eden HR bile cevap veremiyorsa, vardır bir hikmeti…” dedim, oturdum. O HR elemanının eski müdürü iyi arkadaşımdır, hala merak eder kızın adı her geçtiğinde neden söylendiğimi.
İşte bu yöneticimiz olumsuz görüşlerin yokluğundan bıkmış olacak, yeni bir fikir ortaya attığında tartışma ortamında birini “şeytanın avukatlığını” yapmakla görevlendirmeye başladı. Gerçi o şerefe hiç nail olmadım, nedense 😛 ama en azından tartışmalara kalite gelmeye başlamıştı.
Merak ediyorum bugünlerde hala birilerini “olumsuz” görüşleri ortaya atmak için görevlendirmesi gerekiyor mu diye? Ortam öyle bir hale geldi ki, artık birilerini “iki kelâm da olumlu görüş verin” diye görevlendirmek lazım. Akşam bir arkadaşımla oturuyorduk. Toplumun mevcut durumunda hiç bir olumlu yan bulmadık ya… Hani eskiden yalan da olsa memleket adına övünmek için “Dünya’da kendi yiyeceğini üretebilen (3|5|7) ülkeden biri” olduğumuz anlatılırdı. Bir kişinin de geri kalan (2|4|6) ülkeyi sayabildiğini görmedim bugüne kadar. Artık bu saçmalığı bile anlatacak halimiz kalmadı.
Toplum eskiden de cahildi. Gıda ürünlerinin Dünya politikasındaki yeri sadece iyi, demokratik, bizden olan Amerika’nın, kötü, diktatörlükle yönetilen, düşman Rusya’dan buğday alımı yapması dolayısıyla ve Amerika’yı anlayamamanın kıvranmalarıyla konuşulurdu. Daha acıklısı, Lübnan’daki çatışmalar hakkında TRT haberlerinde bir dönem ısrarla vurgulanan “sağcı Hristiyan güçlerle, solcu Müslüman güçlerin” çatışması lafı geçtikçe insanların yaşadığı iç çatışmalardı. Muhafazakarlar ve ilericiler kendi içlerinde ne tarafı tutacaklarını bilemeyip durdular yıllarca.
Buna rağmen bugüne göre bir avantajımız vardı sanırım, en azından cehalete dair bir bilinç vardı ve eğitimle bazı şeylerin aşılabileceği düşünülüyordu. Şu anda bu temel kavram aşınmış durumda, ve dün akşam konuşulduğu üzere, eğitimin faydasını anlatabilecek eğitimci de çok kalmadı artık. Seçim falan hikaye, şu anda Fikirtepe’den, Kurbağalıdere’ye dökülmüş sahile doğru ilerliyoruz…