Geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken konu bir şekilde, arkadaşlık, dostluk, başkalarına insancıl yaklaşmak, iyilik yapmak, yapmamak, neyin beklenir olduğu v.s. bir araba “iyi” olma ya da olmama alternatifine geldi. Kendisi “eski” bir arkadaşım olarak, ve muhtemelen hangi düğmelere basarsa ne olacağını bilen biri olarak az laf edip çekilip “hadi bakalım çık çıkabilirsen düşünerek bu işin içinden” noktasına beni çok getirmiş biridir.
Uyuduğum, tuvalette ya da iş toplantısında olduğum zamanları çıkarırsak epey bir saattir bu konuşmanın üzerine düşünüyorum. Belki son söyleneceği ilk söylemek (ki insanların en sevmedikleri huylarımdan biridir…) en doğrusu olacak. İnsanlara ne kadar iyi niyetler yaklaşıp yaklaşmadığımız tamamıyla değişken bir durum. Kişiden kişiye kesinlikle ve zamandan zamana bazen değişiyor. “A” kişisine “olumlu” (her nasıl oluyorsa bu olumluluğun ölçümü) yaklaşırken, “B” kişisine çok daha “olumsuz” yaklaşabiliyoruz. Bu arada kişi bazında olduğu kadar olmasa da zamana göre de değişen yaklaşımlar oluyor. Bazı örneklerle düşünmek adına:
- Gördüğüm kadarıyla, insanlar “yanlarına kaldığını” düşündükleri haksızlıkları bir noktadan sonra hak görerek doğal karşılamaya başlıyorlar. Burada kişi ve ortam ayrımı da çok oluyor. Yani “A”‘dan olumsuz tepki gelmediği görülünce, onun karşısında devam ederken, “B” tepki veriyorsa ona karşı daha dikkatli davranılabiliyor. Aynı şey ortam için de geçerli. Istanbul’da rahatça yapılabilen bir şey, Ankara’da yapılmayabiliyor.
- İletişim problemleri insanların karşılıklı olarak davranışlarından memnun olup olmamalarında temel faktör. Bu konuda genelde düşünülmeyen, ya da düşünülemeyen “söylenenin, yazılanın karşı tarafta nasıl algılanacağı” sorusu var. Mesleğin genel olarak olumsuz boyanan imajına rağmen bu konuda satıcılık yaptığım zamanlarda öğrendiğim bir prensip var. O da “karşı tarafın algıladığı neyse gerçek odur” şeklinde özetlenebilir. Egolarına yenik düşen pek çok insan “ben ne kast ettiysem onu anlasınlar” yaklaşımındalar. Hatta işin garip tarafı, bu yaklaşımdaki pek çok insanın “bunu mu demek istedin” sorusuna alerjileri var. Açıkçası kendi sorgulanamazlığına iman etmiş insanlardan yeterince çektiğimizi düşünüyorum, bir de özel hayatımızda olmasalar hayat çok daha güzel olacak sanırım.
- Kendisiyle barışık olmak ya da olmamak ayrı bir cephesi bu konunun. Ben çeşitli olay ve konularda, hem “bu konuda benim bilgime/yeteneğime güvenin” dediğim için ukalalıkla, hem de “bu konuda başkasına danışmak lazım, ben bilmiyorum” dediğim için korkaklık ya da tembellikle suçlandığımı bilirim. Genelde bu iki uçtaki tepkiyi de veren aynı insan oluyor. Sanırım bazı insanların kişilik ya da kültürleri, sorgulanmaya ya da daha acıklısı kendini sorgulamaya açık değil. Oysa bir insan ne kadar çok problemini keşfederse o kadar çok kendini düzeltme ya da geliştirme şansı elde eder. Bu fırsatı tepmek neden bilmiyorum.
- “İyi” ya da “kötü” olmak benim şahsen en sıkıntılı hissettiğim konulardan biri. İnsanları etiketlemek zor, çoğu zaman yanlış geliyor. Ama bütün güçlüğüne rağmen, bazı insanlar genelde daha iyi, bazı insanlar genelde daha kötü. Bunu inkar etmenin ya da etrafından dolaşacak yollar aramanın çok anlamı yok.
Konuya “Can Baysal” özelinde bakarsam, hayatımda ciddi pişmanlık duyduğum hatalar ve cidden mutlu olduğum doğru hareketler oldu. Ne yazık ki, doğrular ve yanlışlar birbirini götürmüyor. Doğrular hataların üzüntüsünü veya kötü hatıralarını silmiyor. Hatalar doğruların mutluluğunu gölgelemiyor.
Bunca zamanda gördüğüm ve hala anlam veremediğim bir tek şey var. Genelde ortamda sevilmeyen, duruma göre aşağılanan, ya da iteklenen insanların, ortamın kahramanlarından daha “iyi insanlar” olduğunu görüyorum. Burada kastettiğim şey klasik ezilenlerin kendini kabul için fedakarlıkta bulunması da değil. O başka bir yazının konusu olur. Burada söz konusu olan birinin “iyi davranan” insansa, muhtemelen daha az popüler olması. Yani… O kadar çok örnek var ki, hepsini ben özellikle çekiyor olamam.