Şu aralar Türkiye’de Internet kullanan kitlenin yüzde biri bile Mustafa Akgül’ü tanımaz. Doğaldır da bu durum. Mustafa hocanın çabalarıyla Türkiye’de Internet o kadar büyüdü ki, o kalabalığın işin babası, önderi, lideri, yol göstereni, akıl hocası olan kişiyi tanıyamayacağı noktayı çoktan geçtik. Zaten Mustafa hoca mütevazi adamdı, başkaları gibi reklamını yapmadı, gerçekten faydalı şeyler ürettiği işleri bayrak yapıp gezmedi.
Ama bir zamanlar, çok da uzak zamanlarda değil 1990’ların başında, hepimiz bir şekilde en azından adını duymuştuk, şanslı olanlarımıza uzaktan yardım etmişti, daha şanslı olanlarımıza doğrudan yardımı vardı. En şanslılar şahsen tanışıp, Ortadoğu sosyalistliği ile Bilkent yaklaşımı ve bu ikisinin Internet ile ilişkili yorumunu konuşmak dahil her tür ilginçliğine şahit olmuşlardı.
Dedim ya, reklamı sevmezdi. Birbirimizin yüzünü ilk görmemiz tanışmamızdan yıllar sonra oldu. İlk yüz yüze görüşmemizden bir kaç ay sonra, bir gün Boğaziçi’ne gelmiş, sanırım bir konferansa olacak. Beni görmeye de CC’ye uğramış. Ben de dışarıdaydım, geldim, arkadaşlarla konuşuyoruz v.s. baktım biri yanımda durmuş tek kelime etmeden bana bakıyor, bir iki saniye aldı ortada dönen geyikten kurtulup tanımam. “Ya hocam, neden haber verdirmediniz, gelirdim” dedim. Bizim CC müdürünün sekreterinin odasında oturmuş beni bekliyor, müdürümüz içeride çalışıyor, kimseye söylememiş kim olduğunu “Can Baysal’ı göreceğim” demiş o kadar. Odama gittik, sordum neden kim olduğunu söylemediğini. Mustafa Akgül’ün geldiğini bilseler ortalık ayağa kalkacak. “Gerek yok…” dedi o kadar.
Huysuzluğa huysuzdu, ama insanlığa, fedakarlığa gelince hiç birimiz yanına yaklaşamayız. Yıllarca yüzümüzü görmeden, bizi her gün beraber çalıştığı insanlardan ayırmadan yardım etti. Mustafa Akgül’ün çabaları olmasa Türkiye’de Internet’in gelişmesi yıllarca geriden gelirdi. Üzgünüm gerçekten. Her gidenin ardından güzel bir şey söyleme merakım olmadığı malum. Bu sefer giden gerçekten de iyi bir adamdı…