Ben ilkokuldayken (…orta… …lise…) yazılan yazıların bir başlığı, en az üç bölümü (minimum birer paragraf) bir ana fikri v.s. olurdu. Yazı güzel ve okunaklı (aynı anda ikisinin olması imkansız da, neyse) isim sağ üst köşeye, tarihle beraber…
Resmen, nasıl kötü yazı yazılır, çocuklar kendini ifade edemez hale nasıl getirilir tarifesi… Ben yazı yazmayı, buna mecbur kalan İngilizce hocam sayesinde öğrendim. Diğer her şey bir yana “yazdığın yazıyı oku bakalım sen anlayacak mısın?” gibi önemli bir soru var o devirden kafamda kalan. Her ne kadar kendi yazdıklarımı uzun zaman sonra okumayı daha çok sevsem de, “şimdi” de bir okuma yapmak lazım. Yoksa kendimi, kendi geçmişimin parlak (!) laflarıyla şaşırtmak hoşuma gidiyor, sanırım bu gittikçe daha az parlak şeyler yazıyorum diye de okunabilir, gittikçe okuduğumu anlama becerim gelişiyor diye de. İlginç şekilde birbirine kısmen zıt bu iki görüşün ikisi de benim adıma kötü… Hımm kendimi batırıyorum sanki, neyse.
30 Eylül 2023 benim için sabah uyanırken aklımda olmayacak, olamayacak kadar ilginç ve güzel geçti. Tabii bunu yazıp konuyu kapatıp gidip kaldığım yerden uyumaya devam etmek de (1 Ekim 2023, 06:50, bir saattir ayaktayım, yağmur yağıyor falan…) iyi fikir olabilir. Tabii ne iyi fikirleri nerelere gömdük bu zamana kadar.
Belki asıl önemli olan insan hayatında, ummak, umudunu korumak, rutini yaşarken (ve muhtemelen korurken bir yandan o sabit düzeni) farklılaşmaları, değişiklikleri, yenilikleri bulmak olmalı. Bazen seyretmeye çekindiğin bir filmi seyrederek, bazen yıllardır unuttuğun bir şarkıyı yine dinleyerek, bazen artık hakkında konuşmak istemediğini sandığın konuların aslında konuşulacakları doğru insanı beklediğini anlayarak, bazen 11 km. yürüyerek, bazen bu kedilere benden sonra ne olacak diye düşünerek, bazen bana bu kedilerden sonra ne olacak diye düşünerek… Yaşamak hayatı, mecbur olduğun için değil de yaşamak istediğin için yaşamak lazım. Umut bulunur, önemli olan yaşatıp sürdürmek o umudu. Yağmur durduğu için ötmeye başlayan kuşlardan, beklenmedik anda gelen bir mesaja, hayatın güzel olduğuna dair umut bulunur…
Düşünmek zor iş, bazan harcanan emek yüzünden, bazen düşünerek bulunanlar yüzünden. Ne emekten kaçınıp, ne bulunacaklardan korkup düşünmek lazım yine de. Dolayısıyla düşündürebilen insanlar kıymetli hayatta.
Bilgi, eğitim, terbiye, öngörü, alışkanlık, sezgi, tecrübe hep kararlarımızı, algımızı, değerlendirmelerimizi v.s. yöneten biçimlendiren faktörler. Bunların arasında önceliklendirme, görev dağılımı, konu dağılımı v.s. yapmaya çok çalıştım zamanında. Gördüğüm kadarıyla son planda umutsuz bir çaba bu. Eninde sonunda dışarıdan bazı bilgileri alıyoruz, ve bir sonuç/karar/değerlendirme olarak geriye veriyoruz. Ama içerideki sürece çok fazla karışamıyoruz. Şu anda mesela aklım uzaklarda ama bir yandan da kendimde, çünkü vücudumu değilse de benliğimi uzaklara attım, oralarda olmak istiyor. Alışkanlıklarım diyor ki şu yazıyı yazarken kafan burada olsun, imlâna, ifadene dikkat et, içinden gelse de TDK’nin ^ işaretine yaptığı kötülüğe değinme v.s. v.s. Ama aslında yazı burada kendi kendine yazılırken aklımın ancak bir kısmı burada, geri kalanı uzun yol yapıyor bir şekilde…
Neyse işte hayat böyle bir şey. Düzgün edit edilmemiş bir yazıdan günaydın…