Bir süredir yazmak istiyorum ama araya bir sürü şey giriyor. Yazılacaklar bayatlıyor ya da heyecanını kaybediyor, yeni yazılacaklar geliyor onlar da dağılıyor v.s.
Bu ara dünya bütün olarak depresif bir havada. Her tür ortamdan, kişiden, toplumdan sıkıntı ve bıkkınlık akıyor. Çoğu zaman “neden ben?” diye ağlayanlar görüyorum. Sanırım asıl doğru soru “neden ben değil?” olmalı. Ortam değerlendirmesi yapınca, kötü durumda olanların (kişi olsun, toplum olsun…) arttığı ve muhtemelen daha da artacağı görülüyor. Kendi hayatımı çok güzel bir gözlükle göremiyorum. Ama daha kötüsü var, baktıkça çevremde yükselen bir mutsuzluk görüyorum. Daha ötesi bu mutsuzluk ve olumsuzluk, Türkiye’deki kolaya kaçmaya aşık kitlenin sandığı gibi bize özel falan da değil. Dünyada bir trend var ve biz de bu trendin içindeyiz.
Genelde bu noktada; Ama güzel şeyler de oluyor… diye bir cümle kurulur. Gerek yok kendimizi aldatmaya, güzel bir şeyler olduğu yok. Olumlu bir bakış açısı aranıyorsa bulunabileceği tek yer şu: Dünya bugün olduğundan çok daha kötü olayları yaşadı ve atlattı. Önemli olan sorular şunlar:
- Dünya içinde olduğu krizi atlattığında biz buralarda olacak mıyız?
- Diyelim ki buralarda olduk, hep beraber atlattık. O zaman krizi “atlattığımıza” mutlu olacak mıyız?
Babama, kendisiyle beni karşılaştırarak, ailemizin bir önceki nesli olarak nasıl kendileri kadar yakışıklı ya da güzel olmayan çocuklar yetiştirmeyi becerdiklerini sormuştum. Tabii bunu biraz daha kibarca ifade etmiş olabilirim. Özet olarak demişti ki, “yaşadığımız açlıktan sonra hepimiz zayıf ve hafifçe süzülmüş tipler olduk, Almanlar bizden de zorunu gördü…” Kastettiği ikinci dünya savaşı sırasındaki kıtlıklardı.
Mutluluk savaşı atlatmakla bulunuyor mu bilmiyorum. Bir iki yüzyıl sonra tarihçiler muhtemelen “salaklar üçüncü dünya savaşında olduklarının farkında bile değillerdi” diye yazacaklar hakkımızda.