Değişen zamanlar

Bir dönem gerek Türk, gerek yabancı Metal çevrelerinde “gerçek” sorgulanır olmuştu. Uzun zaman bunun bir moda olduğunu düşündüm. Aslına bakılırsa da, gelip geçmesi, yayılımı v.s. bir moda görüntüsü veriyordu gerçekten. Sonradan farkına vardığım ikincil bir soru burada daha önemliymiş: Bu bir moda, bir fad olabilir ama arkasından ittiren bir sebep olmalı. Bu konuda çok fikir değiştirdim, ama genelde dönüp dolaşıp geldiğim yerde; Nispeten “daha rahat” dönemlerde ve aksine olarak inanılmaz “absürt sıkıntılar” yaşanan dönemlerde gerçekliğin sorgulanması daha yaygın sanki. “Unspoken” 2001’den… Sanırım çok garip sıkıntılarımızın olduğu bir dönem olduğu söylenebilir, bir yandan da geri dönüp bakınca neredeyse nostaljiyle bakabileceğimiz rahatlıkların olduğu.


Her neyse, belki de henüz 1997’deki felaketlere geri dönmediğimiz için oturup dua etmekte fayda var. Sonuçta “1000s in the Eastland” her seferinde “keşke bunu hiç duymasaydım” dedirterek kendini dinletiyor, en azından bana…

Bilmek, anlamak, uzman olmak, imajı korumak

Bir zamanlar DOST’ta bir troll türemişti, “İlk Türk Troll” olmakla gururlanıp, hayatı bize zehir ederdi. Muhtemelen, hatta umarım, artık mezarlık komşularına ölümlerini zehir ediyordur. Bu arada yaşı kurtarmayan arkadaşlar için DOST kökü Internet’te değil Bitnet’te olan “Directory Of Scientist from Turkey” diye bir mail listesiydi. Sonradan gateway v.s. marifetiyle Internet’e bağlanmıştı.

Şimdi düşünüyorum da hakkını vermek lazım, en azından “ben bu işlerden anlarım” diye ortada gezerken Troll görevlerini layıkıyla yerine getiriyordu.

Biraz önce aklıma takılan bir konuyu danışmak üzere, “ben bu Internet, sunum, imaj v.s. işlerinden iyi anlarım” diye ortada çok gezen bir arkadaşımın kontak bilgilerini arıyordum. Bulamadım ama canına okunmuş bir seri gayet acıklı durumda web sitesi buldum.

Valla benim web sitelerim “acıklı” olsa dert değil, görsel yeteneksizliğimi insanlar yüzüme vurmadan da biliyordum, aksini de iddia etmedim hiç sanki. Ama bu işlerin uzmanı olunca imaja daha bir dikkat etmek lazım bence.

Kendini ifade etmenin zorluğu üzerine

“Ben” diye başlamayan ve bitmeyen cümleler kurmak lazım, kendini ifade ederken. Aslında “biz” diye de girmek ya da çıkmak konuya çok marifet değil. Marifetin ne olduğu tartışılır ama ne olmadığını görüp anlatmak daha kolay. Zaten kendini ifade etmenin en sıkıntılı kısmı da burada…

Her ne kadar aksi iddia edilse de, her ne kadar insanlar basma kalıp “doğru” formlarına girmek umuduyla aksine gitmeye çalışsalar da insan aklı öncelikle probleme odaklanıyor, çözüme değil. “Kendine çözüm arayan problem” diye bir laf yok ama “Kendine problem arayan çözüm” diye var. Neden? Çünkü bir problemi görüp oradan çözüme gitmek insan aklının doğal akışı, aksi ise hakkında atasözü ürettirecek tersine bir yaklaşım. Şimdi; Probleme odaklanmaya şartlanmış insan aklı, kendine bakınca ise sadece güzel, olumlu şeyleri görmeye, problemleri, çirkilikleri, sorunları göz ardı etmeye eğilimli. Annem’den küçükken çok duydum “Kargaya yavrusu pamuk gibi görünürmüş” diye. Çocukken tipim daha güzeldi ergenlik sonrası halime göre, muhtemelen çok huysuzdum ki habire bu laf su üstüne çıkıyordu… Bu iki temelde çelişkili yaklaşım, yani normalde problem odaklı olmak, en azından çözüme problemden giden bir yapıda olmak ve öte yandan kendinde problem görmeme eğiliminde olmak, kişinin kendine bakışını objektiflikten uzak ve verimsiz hale getiriyor. Eh, programlamada çok kullanılan bir laf vardır “Garbage in, Garbage out” diye. Kendini düzgün gözlemleyemezsen, nasıl düzgün ifade edeceksin?

Benden kaynaklanmayan (!) bir başka problem de önemli tabii. Çok anlatmışımdır. İlk ve orta okul, lise ve iki üniversitedeki Türkçe, Kompozisyon, Dil Bilgisi v.s. derslerin sonunda iki satır mektup yazmaktan aciz haldeyken, asıl işi bana İngilizce öğretmek olması gereken Bill Barker’ın dersleri sayesinde Türkçe birşeyler yazmayı becerecek hale geldim. Eğitim sistemimiz eskiden berbattı, şimdi ne halde olduğunu düşünmek bile istemiyorum.

Açıkçası çok isterdim, güzel günlerden ya da umut dolu yarınlardan söz etmeyi, hele kendimi anlattığım bir yazıda. Ya da o kadar güzel sözlerim yoksa, en azından çözümler ve/veya kendi dışımda kabahatliler öne sürmeyi. Hiç birini yapmak mümkün görünmüyor bugünlerde. Depresyonda ya da umutsuzluk batağında değilim. Eninde sonunda bir şeylerin “daha iyiye doğru” gideceğini biliyorum. Ama ne zamanlama hakkında spekülasyon yapabiliyorum, ne de “öyle bir noktadayız ki, işler ancak daha iyiye gidebilir” bulunmak için güzel bir nokta.

Bu açıdan bakınca, “kendimi anlatmak” da daha çok, unutmaktansa hatırlamanın daha iyi/faydalı olabileceği bazı notları ortalık yere yazmak anlamına geliyor bu aralar. Yoksa yazacak çok şey var, mantıklı düşünmeyi öğrenmek ve kullanmakla, toplumsal “mantık” cehaletinden başlayıp, matematiğin tek başına düşünce oluşturmak için yetersizliğine kadar. Ya da bugünlerde önüne gelenin modaya uyup Dunning-Kruger Effect ile “kendileri ve kendileri gibi düşünenler dışında”  herkesi cehaletle suçlamasından başlayıp, evinde iki tane kitap olmayanların kültür/eğitim/kitap/bilgi/terbiye/ahlak/medeniyet hakkında akıllarına geleni sıktıklarına kadar çok hikaye var, “ben”‘i anlatmak için masaya gelebilecek.

Neyse iyi geceler, nasılsa uyuyoruz toplumca, ara sıra yatakta da olabilir.

Kediler ve Onlar…

Enver abi’nin en sevdiğim sözleridir bunlar, tanıştığımız sırada “salaklaşmış bir hayran” halinde bakakalmama sebep olan;

.....Kapıda bulduğumda anlamıştım
Tanrı misafiri olduğunu
Bir sokak kedisine yakışmayacak
şeyler yapıyordu
Büyük bir travma yaşamış dedi veteriner
Kedi olduğunun farkında değil.
Hassiktir dedim
ömrümde bir kedi sevdim
o da farkında değil ....

Bir keresinde sıkıştırmaya çalıştım, “hangi iki ayaklı için yazıp da” kabahati kedilere yüklediğini anlattırmak için ama rahmetli sıkıştırılacak adam değildi. Ama malum, kedi neslinin intikamı sağlam oldu, “sen bizi böyle tanıtıyorsun madem…” diye.

Enver Ercan’ın sırları kendine kalsın, ben bana böyle hissettiren bütün hanımlara ithaf edeyim…

Sabahın notları

Saat dört, beş civarında kafam daha çok çalışıyor. Mesele program yazmak da olsa, memleketi kurtarmak da, oradan oraya zıplayarak farklı konuları değerlendirmek de, nispeten daha kolay geliyor.

Günlerdir kafama takılmış bir konu var. İnsanların başkalarına atfettikleri zekâ ile kendi zekâları arasında ortalama bölgede doğrusal bir ilişki var. Yani gerçek bir dahi ya da gerçek bir özürlü değilseniz, ve çevrenizin aptal olduğunu (sizden aptal diyelim) varsayıyorsanız büyük ölçüde siz de aptalsınız, veya çevrenizin akıllı olduğunu varsayıyorsanız, muhtemelen siz de akıllı birisiniz. Buradaki temel nokta aslında insanların normal şartlarda kendi benzerleriyle gruplaştıkları.  Dolayısıyla ardı arkası kesilmezmiş gibi görünen çevreden şikayetler ve küçümsemeler aslında kendinden memnun olmayı becerememenin sonucu.

Bu arada bayram kılıfı altındaki tatil çoğunluk için bitti. Gazete ya da televizyonla alakam pek yok ama, yine eve dönüş trafiğiyle ilgili basma kalıp haberler yapılmış, kaza, ölüm, yaralanma istatistikler ve Gebze’ye kadar uzayan kuyruklar verilmeye başlanmıştır sanırım. Geçmiş olsun, iki üç gün içinde ofiste yapılacak güneş kremi ve kazıkçı lokanta (ya da hangi pseudo English ismi kullanıyorlarsa…) muhabbetlerini bitirin de, herkesin şikayet ettiği ekonomiyi düzeltmeye çalışmaya başlayalım, yattığı yerden olmuyor pek.

Neyse, benim sorulacak tarafım pek yok, Toplamda dört beş çok kıymetli insan üşenmeyip ayağıma geldiler de evden çıkmamı sağladılar, evin sıcağından kaçıp parkta çalışma çabalarımı ve yürüyüşe çıkıp ortamın garipliğinden oturmadan Kadıköy’den döndüğüm yürüyüşü saymazsak. Ha bir de toplantım oldu arada… Ama epey bir program yazdım sanırım, çok parça parça da olsa. Alfa bile olmayan bir iş artık Beta adayı oldu v.s.

Konulardan konulara zıplamak demişken; Panel ekranlarda ön yüzden foton emisyonuyla harcanan enerjinin soğumaya katkısı hakkında bir araştırma, yazı bilen var mı? Geceden beri aklıma takıldı. Hayrettin abiyi ya da Murat’ı arayıp sorsam azıcık(!) garip kaçacaktı. Bulduğum yazılar ya genel termodinamik hakkında ya da uzay araçları başta olmak üzere vakumda radyasyon emisyonu ile transfer hakkında…

İşte öyle. Bu saatte de yatılmaz artık, geceyi yedim yine…

. TR MOL