Okuldan arkadaşlarımın benim evden ya da bana gelmeden önceki mekanı olan kitabevinden hatırlayacakları bir kedim vardı. Çirkin, huysuz ve yaşlı bir tekirdi, adını Yeşil koymuştum ama insan hakimiyetini kabul etmediği için adı dahil hiç bir söylediğimi anlamaz gibi davranırdı. Beni tercihen uzaktan ve genelde mama getirdiğim zamanlar severdi. Mama seçmezdi ama yanlışlıkla çok güzel bir mama verip de evden çıkarsam, döndüğümde mahallenin kedilerini eve atmış alem yaparken yakalardım. Zaten neyin normali beni buluyor ki kedinin normali bulsun?!?
Başka hiç bir söylediğimi dinlemeyen Yeşil, midesi bozulduğunda, halıya kusmamasını söyleyince yüzüme baktıktan sonra dönüp parkeyi kirletmişti bir gün. Muhtemelen düşündüğümden kötüydü, iki gün sonra kaçıp bir iki hafta ortada görünmemek üzere gitti. Geri geldiğinde çok zayıflamıştı. Yaşadı gerçi ama toparlanamadı hiç, üzerinden zaman geçti ve bir gün gelmemek üzere ayrıldı evden.
Bugün Tekila rahatsız, kim bilir nereden ne buldu da yedi. Onu gördükçe Yeşil’i hatırlıyorum, ikisinin de birbirlerine çok benzeyen tekirler olması dışında bir ortak noktaları olmamasına rağmen. Ne çok kedi geldi geçti hayatımdan. Ne yazık ki o zamanlar herkesin cebinde dijital kameralar olmuyordu, Yeşil’in fotoğrafı yok elimde. Keşke olsaydı.