Bir yaşından önce başlayıp, üniversiteye kadar süren bir rutin içinde, İzmit’te yaşayıp, her iki ya da üç haftada bir Istanbul’a babamın ailesini ziyarete gelerek büyüdüm. Dolayısıyla üniversite döneminde buraya taşındığımızda pek heyecanlanacak, ağzım açık bir hayranlıkla seyredecek bir şey yoktu benim için, ya da öyle sanıyordum.
Fakat, yeni taşındığımız günlerden birinde, sonbahar başında, annemle Karaköy vapurundayken, fırtınada kaldık. Şu, vapurun üst katına kadar dalgalardan su sıçrayan, alt kat camlarının denizle yıkandığı fırtınalardan birinde. Fırtına bittiğinde de Karaköy’de limanın önünden bir sürü halinde yedi sekiz yunusun Beşiktaş’a doğru gittiğini gördüm, hayatımda ilk kez. O günden beri, bu mevsimde, bir fırtınaya yakalanmak umuduyla, vapura daha sık binerim.
Daha ötesi o sene çok mutsuz olduğum Vezneciler’deki okula giderken ve dönerken Sultanahmet yolumdaki en güzel yerdi, Yine o zamandan beri Sultanahmet’in sonbaharını, insanı hayatından bıktıran kalabalıkların gitmesiyle tenhalaşan ortamını çok sevdim.
Sonbahar hep güzel şeyler getirmiş bana. Öyle ki, kendinden nefret ettirecek kadar kalabalık, trafikli, gürültülü bu şehrin en güzel taraflarını hep Sonbahar’da görmüşüm, okullar yüzünden yoğunlaşan trafiğe rağmen.