Ben küçükken, babam bana fotoğraf çekmeyi öğretmeye çok çalıştı. O sıralar fotoğraflar filme çekiliyordu, dijital de neymiş! İki şeyin anlamam için örnekle falan değil, doğrudan anlatılması gerekmişti.
Birincisi yeterince çok fotoğraf çekersem arada bazılarının tesadüfen de olsa güzel çıkacağıydı. (Sert (!) baba sesiyle) “36’lık filmden beş tane güzel poz çıkarmak marifet değil, 35 tane çıkarman lazım“dı. Babam, digital kameraları, hele herkesin cebinde yüksek çözünürlüklü kameralarla gezdiğini görmedi. Görse fikri değişirdi muhtemelen ama eminim yine her çektiği “güzel” olsun diye uğraşırdı, film ve banyo ziyan ediyor olmasa da.
İkincisi, fotojenik insan diye bir şey olmadığı, poz vermek konusunda yetenekli insan olduğuydu. Doğal olarak iyi poz veren insanların fotoğrafları daha kolay çekiliyordu, hepsi o kadar. Fotoğrafı güzel çekmek fotoğrafçının göreviydi.
Bugün yeni bir şey öğrendim. En güzel fotoğraflar bile gerçeğin hakkını veremiyor bazen.
Dört yıl sonra gelen ek: Hala bu yazıyı kimin için yazdığımı itiraf edememem ilginç. Haydi yüzsüz demeyelim de nispeten rahat biri olarak bile…